Bana Var Sana Yok Demokrasisi...

10 Ekim 2013 Perşembe

       Bana Var Sana Yok Demokrasisi... Balyoz davasının Yargıtay kararları da bir kez daha gösterdi ki, yaşamın her alanına dönük olarak Haklar bana var, sana yok çarpık, cepheleştirmeyi, kutuplaşmayı, çatışmaları besleyen demokrasi algılaması, iktidar icraatları, devlet kurumları, işleyişlerinin bir bir ele geçirilmesi ile de devlet adına yasamayürütme- yargı erklerinin İktidar keyfine göre kullanılması aldı başını gidiyor... Darbe suç ortaklığından mahkûm olan 237 ağırlıklı üst kademe komutan, askerlerin avukatları, yakınları, haksızlığa uğradıklarına inananların, hak hukuk ihlallerine ilişkin söylediklerini, yargılama süreçlerinin bütününe ilişkin dudak uçuklatan bilgileri bir an için bütünü ile bir yana atalım... Dün sonuç karar üzerinden darbecilerin yargılanıp cezalandırıldıklarını savunanların olabildiğince genel, ortak paydada buluşulan görüşlerinden eski dilden durumun vahametine bir göz gezdirelim... Sonuçta yargılamanın konusu olan bir toplantı var mı var. Darbe de var demektir. Doğrudur, toplantıya her katılanı darbe suçu işlemiş olarak düşünemeyiz. Hele de askerlik, emir komuta zinciri üzerinden o toplantıda bulunanlarla gerçek darbecileri ayırmak gerekirdi. Yargılamada gerçek olmadıkları öne sürülen dijital veriler, imzalar üzerinden hukuken kanıtların yetersizliği, eksikliği, delil niteliği taşımadıkları tartışmaları bir yana... Sanıklar sözlü yapılmış konuşmaların belgelerini reddetmemişlerdir. Belki bu sözlü belgeler ile verilen cezanın niteliği arasında yasal uyum, hukuksal suç niteliği sorunu vardır. Ama sanıklar ve avukatları, başından kanıtları tümü ile reddetmek yerine eylemlerini kabul etselerdi, alacakları cezalar da çok daha makul olurdu. Bu kadar çok mahkûm da olmazdı... Dikkatinizi bir kez daha çekmek gerek, söz konusu cephe savunmaları sözde demokratik düzen, bağımsız yargı işleyişi, sivil güçlü iktidar sürecinde yapılıyor... Rejimi demokrasi olan, hukuk devleti düzeninin işlerliğinden söz açılan bir başka ülkede, hukuk yargılaması, sonuç kararları üzerinden bu türden görüşler, savunma tezleri üretilebilir mi? Ceza hukuk, mahkûmiyetten, üstüne üstlük darbe gibi çok ağır bir suçlama üzerinden gelmiş cezalardan söz ediyoruz. Ortada bir darbe, sözde darbe hukukunun özel, yani evrensel insan hakları, demokrasi düzenine uydurulması kaygısı olmayan düzeni geçerli değil. Yani bireyin bire bir suç-ceza ilişkilerinin kanıtları ile kanıtlandığı bir yargılama, mahkûmiyet kararlarının olması gerekiyor... Var mı? Yoksa gerekçeler, cezalar, suçlamalar ne olursa olsun, hukuk devleti düzeni işleyişinin hukuk kuralları içinde fasa fiso olmuyor mu? ... Demokrasi paketi içinde önceki gün uygulamaya sokulan, Başbakan Erdoğanın Meclis konuşmasında övünerek savunduğu demokratik açılımlar, özgürlük adımlarına bakalım... Gerçi hapiste darbecilikten mahkûm olmuş olarak yatmanın ağır bedelleri, karşılığı ile kıyaslandığında hafif, magazin konuları bile sayılabilirler... Olsun yine de çok ciddi olarak tartışmalı, kaygı duymalıyız. Çünkü milyonların, çocuklarımızın geleceklerini, yaşam biçimlerini, hak ve özgürlükler adına haksız dayatmaları, eşitsizlikleri, yeni daha ağır ayrımcılıkları, cepheleştirmeleri içeriyorlar... Okullarda kılık kıyafet yönetmelikleri sadece kadınlara yönelik değiştirildi. Kadın erkek ayrımcılığı, bir kez daha kadın üzerinden siyaset yapılması, siyasal İslam baskılarının kadına yönelik uygulanmasının belgesi... Başörtüsünü fiilen yasaklayan madde kaldırılırken bireysel özgürlüklerden yola çıkıldı. Zaten insan hakları çerçevesinde inancı gereği başını örten bir kadının başını örtme hakkının olmadığını kimseler savunmadı. Tartışma, daha doğrusu çatışma laiklik algılaması, yorumları üzerindendi. Demokrasilerde devletin farklı dinler, mezhepler, dinsizler arasında bir ayrım yapma hakkının olmadığı gerçeği üzerinden, devlet adına kamu hizmeti veren, devlet erkini temsil eden görevlilerin, tek din-mezhep seçimlerini ortaya koyan siyasal simgelerle görevlerini yapmalarının başkaları üzerinde haksız baskı oluşturup oluşturmayacağı, bu çerçevede inancı gereği kullandığı simgeleri kullanıp kullanamayacakları çerçevesindeydi. Başörtüsü bir din ve birden fazla mezhep, siyasal İslam grubunun kadınlara dayattığı bir örtünme biçimi. Farklı mezhepler içinde çarşaf, burka da var, unutmayalım. Şimdi laik bir demokratik düzen içinde kamuda hizmet veren öğretmene apaçık inanç kimliğini ortaya koyan söz konusu örtünme biçimini insan hakkı olarak derste de kullanma hakkını tanırsanız, burkayı, çarşafı, moderniteyi seçmiş kadın öğretmene de mini eteği nasıl yasaklarsınız? Ya da öğretmene verdiğiniz hakkı askere, polise, yargıca tanımazsınız? Sanki hepimiz çok safız, Türk vatandaşlığı üzerinden anayasa metninden başlanarak yapılan tartışmaları hiç duymadık... İlkokul çocuklarına gelen Türküm, doğruyum, çalışkanım.. ile başlayan andın tam da bu nedenle kaldırılmasının istendiğini unuttuk... Siyasetin mezhebine uydurulan gerekçeleri yedik...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları