Ağaçlar Ayakta Ölür

17 Ekim 2013 Perşembe
Ağaçlar
Ayakta Ölür
Prof. Coşkun Özdemir Hoca, uzmanlık alanından
gelen ayrıcalıkla sık sık hasta odasına
giriyordu... Son ziyaretinin ardından yine gazeteye
gelip tek tek önüne gelene ayrıntılı bilgi verirken
elinde olmadan gülüyordu... Doktoru yanında,
hastalığının gidişine ilişkin bilgi vermiş; uzun,
özenli bir tedavi, en çok da çalışma temposunun
düşürülmesi gereğinden söz etmiş. Oktay
Ekinci’yi söz dinleyecek hasta kalıplarına sokmak,
olağanüstü koşturma, çalışma temposundan
uzaklaştırabilmek öyle kolay, olası bir iş değil...
Doktoru odadan çıkar çıkmaz, Urfalı olan Coşkun
Hoca’yı yakın günlerde Urfa’da yapılacak kültür
mirası, mimarlık etkinliklerine birlikte gitmek
üzere kandırmaya koyulmuş... Sevgili eşi Zehra
Ekinci, çocuklarını kandırmak için geçerli bu
yol için direnip durmuş... Hoca, “Ben yataktan
çıkamazsın, Urfa’yı unut, ilerde başka zaman..”
diyorum... O hastalığını yok sayıyor; “Koluma
girersin birlikte uçağa biner gideriz. Bu toplantı
çok önemli. Katılmam şart” diye diretiyor. Hastalığını
yok sayıyor diye anlatıyor...
Sevgili eşi; “Beni aklına estikçe ara, ama ne
olur ziyarete gelme. Gazeteden, işle ilgili birilerini
gördükçe, yataktan çıkmaya kalkıyor. Hastanede
zor tutuyoruz, zaptedemiyoruz” türünden bilgilendirmelerle,
derdini dostları ile paylaşıyordu...
Sosyal sorumlulukları üzerinden bu kadar işkolik,
bedenini, sağlığını bu kadar çok zorlayan bir başka
insanı galiba tanımadım... Gazetede fenalaşıp
hastaneye kaldırıldığı gün arkadaşları saatlerce
zorlamış... Kimselerin ayakta duramayacağı
hallerde, “Şu raporu da bitireyim, şuraya telefon
etmem lazım, şuraya da gitmeliyim..” diye diye
uzun yıllardır çok ağrılı durumlar için aldığı güçlü
ağrı kesicilerle, besbelli doktorların durumuna
el koyacaklarını bildiği hastalık halinde ellerine
düşmemek üzere hastaneye kaldırılmamaya
saatler boyu direnmiş...
Kırk yılda bir, bir yol üstü durumla gazeteye
en erken gelmiş olanlar da dahil, yazı işlerinden
hiçbir gazeteci arkadaşın “Ben Oktay’dan önce
gelmiştim..” diyebileceği örnek yoktur. En erken
teşrif buyuranlardan çok önce, genellikle gün,
doğru dürüst ağarmadan masa başına oturuşu
görülmez, saatler sürmüş masa başından
mimarlık, oda, kent korumacılığı, ulusal, başka
kentler, uluslararası pek çok etkinliğin hazırlıkları,
gazetecilik üzerinden o sabaha giren işler
tamamlanıp dışarıdaki işler için çıkış yaptığı
saatlerde ancak bizler teşrif buyurmuş oluruz...
Bir de herkes gazeteden ayrılırken gelip masa
başına çakıldığı akşam saatlerini ekleyin... Ben
haftada birden fazla, ayda 5-10 kez başka kent
ya da ülkede ilgi alanlarının tümüne giren toplantı,
seminer çalışması diyeyim, siz üzerine ekleyin...
***
Soluksuz karayolu, havayolu yolculuklarından
sonra evde, otellerde olunca sınırlı dinlendiğinizi
sanırsınız değil mi? Birlikte başka kentlerde
katıldığımız etkinliklerden tanığım... Bizim üzerimizden
uçan sinekler kalkmamışken, o ayakta
kim bilir hangi işler peşinde koşmuştur. Sabah
kahvaltı saati öncesine en sınırlısı ile kent keşif
turu, verilmiş özel iş randevuları girmiştir.
Rehberlik yapmadığı konu, uzmanlık alanı yok
gibidir. Kastamonu’nun tarihi mezarlarıyla ilgili
bütün ayrıntılar, pazardan nereden organik tarım
ürünü alınacağına kadar her ayrıntıda doğal
rehberimizdir...
Anadolu Aydınlanması, uygarlığı üzerinden
bilgeliği, tezleri benim için yılların Mimarlar Odası
yöneticisi, anıtlar kurulu bilirkişiliği görevlerinden
çok daha anlamlı, kalıcı... Anadolu’nun ne kadar
çok kentinde, ne kadar çok kalıcı, korumacı
çalışmalarda oynadığı çok büyük rolleri bildiğim
halde bunu söylüyorum... Kim bilir kaç merkezde,
kaç önemli rant uğruna yağmayı durduran
iradenin en etkin kişilerinin başında rol almıştır.
Kim bilir kaç yerleşim merkezinin kimliğinin
keşif, korunmasında ne kadar anlamlı katkısı,
emeği vardır. Sayılamayacağı için birkaç örnek
vermek, kimliğine, emeğine haksızlık olacaktır.
Kentleşmenin, daha doğrusu uygarlığın insandan
yana, toplumsal işlevle, kültürel değerleriyle
korunmasında gerçek önderlerden biri olduğu
kuşku kaldırmaz...
Ama benim için Oktay Ekinci, tek tek arıdan
daha çalışkan, inatçı kimliği ile söz konusu alanların
tümünde birden yaptığı hizmetlerle önemli
olmanın ötesinde, Anadolu Aydınlanması, uygarlığı
üzerinden çok yalın, anlaşılır bize aktardıkları ile
çok ama çok değerli... Anadolu Aydınlanması,
uygarlığı, sentezinin bu topraklarda yaşamış,
bu toprakları paylaşmış, geçmiş ve bugün yaşayanları
ile bundan sonra yaşayacakların, farklı
ırklar, dinler, uygarlıklar üzerinden yarattıkları
değerlerin bir bütünü, sentezi olduğunu o kadar
güzel anlatır ki... Cumhuriyet, Atatürk devrimleri
ile işte bu sentezin odak yapılıp geleceğimizin,
değerlerimizin çimentosu haline getirilişini öylesine
anlaşılır dile getirir ki... Atatürk Anadolu
uygarlığını anlatırken o tarihe kadar yapılmış
bilimsel çalışmalar, kazıların geriye gidebildiği
yıllara kadar iner. “İşte bütün bu uygarlıkların,
kültürlerin bir sentezi” derdi... Ondan sonra yapılan
bilimsel çalışmalarla Anadolu uygarlığının
çok daha gerilere dayandığı ortaya çıktıkça,
“Anadolu uygarlığı, kültürlerinin sentezi daha
geniş bir tarihe oturuyor” derdi...__


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları