Barınamayan gençlik...

16 Eylül 2022 Cuma

İsmail ile Rahmi Koç Müzesi’nde tanıştık. Tek başınaydı. Malatya’da bir fen lisesinden yeni mezun olmuş, İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nü kazanmış. Ailesi ile birlikte gelmiş ilk kez İstanbul’a. Aile onu üniversite yurduna yerleştirmiş ve geri dönmüş. Koca kentte daha hiç kimseyi tanımıyor. O da üniversite açılana kadar kenti gezeyim demiş. İlgi alanına girdiği için ilk adresi de Rahmi Koç Müzesi olmuş. Hayran kalmış. Türkiye’nin sanayi, ulaşım, endüstri tarihini konu alan müzede gerçekten son derece başarılı bir müzecilik sergileniyor. Faytonlardan buharlı makinelere, teknelerden marangozhaneye kadar her yeri ilgiyle gezerek meraklı gözlerle sürekli sorular soran 4.5 yaşındaki torunum Ada’dan biliyorum. Bilim merkezleri ve bu tür müzeler çocuk ve gençlerin merakını uyandırmak bilimsel gelişmelerle tanışmalarını sağlamak açısından ne kadar önemli... Bilim ve bilimsel düşünmenin toplumlara, bireylere kazandırdığı en önemli şey basit bir sorudur: “Neden?” İnsanlar neden sorusunu sorarak eleştirel düşünmeyi, sorgulamayı öğrenirler.

İsmail şanslı bir genç. Ufkunu açtığını belirttiği bir fen lisesinde eğitim almış. Yaşıtı binlercesi gibi tarikatların, cemaatlerin eline düşmemiş. Bir diğer şansı da yurt bulabilmesi, bulduğu yurdun üniversitesine çok yakın olması.. Oysa üniversitelerin açılmasına çok az süre kala birçok öğrenci açıkta. Yetersiz yurtlar ve ev kiralarının çok yüksek olması daha eğitime başlamadan öğrencileri çaresizlikten bunaltmış durumda. 

Ya doktora öğrencileri? Kendilerine barınma ihtiyaçlarının karşılanacağı sözü verilen yüzlerce doktora öğrencisi de aynı durumda. 

Doktora bilime açılan kapı. “Yükseköğretimdeki uluslararası rekabetin her geçen gün arttığı küresel dünyada, Türkiye’de yükseköğretim sisteminin en stratejik meselelerinden biri, doktora öğretiminin kapasitesini ve niteliğini artırmak..” Bu sözlerin sahibi YÖK Başkanı Erol Özvar. Demek ki biliniyor. Ama yapılmıyor. Bırakın öğrenimin niteliğini artırmayı kendilerini bilime hazırlayan gençlere kalacakları yer bile sağlanmıyor. Üstelik bırakın devlet üniversiteleri, en saygın vakıf üniversitelerinde bile doktora öğrencileri mağdur ediliyor. Peki öyleyse bilim nasıl yapılacak? Zaten artık ürkütücü boyuta gelen beyin göçü bu şekilde nasıl durdurulacak? Bu soruların yanıtı verilemiyor ne yazık ki. 

Yine YÖK’ün kendi raporundan alıntılayayım: 

Lisansüstü öğretimimizin en çarpıcı çıktılarından biri de ülkenin gelişme temposuna nispetle araştırmacı sayısının azlığıdır. Diğer yandan Türkiye’deki doktora mezun sayılarımız, kurum sayısı ve çeşitliliği ile toplam ülke nüfusu dikkate alındığında da düşüktür. Nitekim bu gerçek diğer ülkelerle mukayese edildiğinde daha da çarpıcı hale gelmektedir. Türkiye’de yıllık doktora mezun sayısı 8 bine yaklaşırken, Fransa’da bu sayı 13 bin, Japonya’da 16 bin, Almanya’da 29 bin, Birleşik Krallık’ta 29 bin, Amerika Birleşik Devletleri’nde ise 74 bindir.

Nüfusa oranlarsak Batı toplumlarında nüfusun binde 3’ü ile 5’i arası doktora mezunuyken Türkiye’de bu oran nüfusun sadece 10 binde biri. 

Unutmayalım herkesin baş aşağı düşmekte olduğu dipsiz kuyunun cehennemvari tuzaklarla dolu derinliklerinde sadece tek çıkış yolumuz var: Bilgiyi ve bilimsel düşünceyi ana eksene oturtarak ortak akıl geliştirebilmek, ki bunu becerebilmek tarihi bir sorumluluk da aynı zamanda.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları