Özgür Mumcu

Kaba Softa, Ham Yobaz

10 Aralık 2014 Çarşamba

En ufak bir konunun dahi sert bir tartışmaya döndüğü, hemen her şeyin güçlü bir sembol olduğu bir dönemdeyiz. Osmanlıca konusu da böyle. Başka bir zamanda farklı koşullar altında sadece eğitimciler ve dilbilimcilerin ilgileneceği bir hadise ortalığı kasıp kavurabiliyor.
Osmanlıca sadece Osmanlıca değil. Mevcut iktidarın Tanzimat’tan bu yana süregiden Batılılaşmaya karşı kullanmak istediği bir silah.
Ulus devlet kurulurken, çoğu zaman milleti de yeniden kurmak gerekir. Dil de bunun en önemli araçlarından biri. Eski sömürgeler devletleşirken ilk yaptıkları işlerden biri dillerini eski sömürgecilerin sözcüklerinden arındırmak. Yeni oluşan dille yeni devletin ideolojisini yayarak toplumu kenetlemeye çalışmak. Sadece eski sömürge devletleri değil, özellikle imparatorluklardan çıkıp dünyaya atılan yeni devletlerde de benzer bir durum söz konusu.
“Yabancı” kelimeler atılırken de yenilerini tarihin derinliklerinde arayıp gerekirse oradan ilhamla uydurmak çokça seçilen bir yol.
Öz Türkçe akımı da bu yolu izledi. İlk ve tek örneği değildi. Yunanistan bağımsızlığının ve aydınlanmasının önderlerinden Adamantios Korais, öz Yunancanın devlet politikasına dönüşmesine yol açtı.
Sadece Türkçeden değil Bizans etkisinden de kurtulmaya çalışan antik Yunancaya dayanan bir arılaşma hareketiydi.Özdilcilik komşuda bizden önce başladı. Bizde de Çağataycaya kadar uzanarak yeni kelimeler dile katıldı.
Ayarsızlıkları, dengesizlikleri oldu. Sonra su yolunu buldu.
Buna benzer örnekleri dünyanın her yerindeçoğaltmak mümkün. Özellikle köhne imparatorluklar ya da sömürgeler dağılırken ortaya çıkan devletlerde sıklıkla rastlanan bir hal.
Osmanlıca da işte bu sebeple terk edildi. Ne dilde arılaştırmayı ilk deneyen bizim memleketimiz ne de alfabesini değiştiren.
Bazen bütün tuhaflıklar sadece bizim başımıza geliyormuş gibi bir “istisna” olduğumuz fikrine kapılıyoruz. Elbette her memleketin özgünlükleri var. Ancak tarihten, coğrafyadan ya da sosyal koşullardan azade sadece kendine biricik bir memleket yok dünyada.
Osmanlıca, iktidarın İslamlaşma, yerlileşme ve Osmanlılaşma için bulduğu sembollerden biri. Tek başına Osmanlıca dersi olarak değil, Eğitim Şûrası’nda tartışılan diğer konularla ele alınınca bu sembol vazifesi iyice belirginleşiyor.
Cumhurbaşkanı’nın 5. Din Şûrası’nda yaptığı konuşma da bu hali iyice taçlandırdı.
Yeni Türkiye’nin bir toplum rüyası var. Bu toplumu gerçekleştirmenin en önemli unsurlarından biri eğitim. Dindar nesiller yetiştirilecek ki mesela Gezi’de ayağa kalkan orta sınıfın bir kısmı 2023 sonrası yerini yeni nesle bıraksın. Mevzu dindarlık da değil aslında. Üzerine din şalı serilmiş bir kindarlık.
Bütün sorunların kaynağında 200 senelik Batılılaşmayı gören eski püskü bir reaksiyonerlik. Davutoğlu’nun restorasyon vurgusu da bunun işareti.
Daraldığı yerde yeni fikirler üretemeyen iktidar en hamından bir İslamcılığa sığındı.
Olan da Osmanlıcaya oldu.
Keşke Batılılaşmayı böyle palas pandıras bir intikam hissiyle tartışmayacak kadar özgüvenli bir iktidar olsaydı.
Korkak ve donanımsız bir kabadayının nara atması seviyesiyle bu işler zor. Bir entelektüel olan Bakan Nabi Avcı’nın da sınavı bu. Kabadayı Cumhurbaşkanı’nın höt zötünden meşru gerekçeler damıtmak.
Kızarak değil üzülerek izlenecek bir tablo.
Osmanlıcayı zenginlik katacak bir hazine değil kin içinde düşmanlarının kafasına atılacak bir tuğla olarak gören bu anlayış Osmanlı’yı da sevmiyor. Yetersizliğinin suçunu tarihe atmış, kininden kör olmuş, kâinatı kavrayacak kadim bir bilgiye dayandığını zannederken “kaba softa, ham yobaz” olmuşların anladığı Osmanlı ne olabilir ki?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları