Özgür Mumcu

Çare Lausanne

31 Mart 2016 Perşembe

Son zamanlardaki seçim zaferlerinden sonraki kutlama konuşmalarında sadece AKP’nin ya da Erdoğan’ın değil, İslam coğrafyasının çeşitli şehirlerinin de kazandığına değinilir. Mesela şu şekilde:
“İnanın bugün İstanbul kadar, Saraybosna kazanmıştır. İzmir kadar Beyrut kazanmıştır. Ankara kadar Şam kazanmıştır. Diyarbakır kadar Ramallah, Batı Şeria, Kudüs, Gazze kazanmıştır.”
Referans verilen Osmanlı mirasının tümü değil. Öyle olsa Selanik’in, Belgrad’ın, Budapeşte’nin de kazandığından bahsedilirdi.
Mesele, Türkiye’ye İslam dünyasının liderliği rolünü biçmekte. Ortadoğu politikaları da bu yönde. Özellikle Arap baharından sonra “koman koçlarım, urun yiğitlerim” havasına girildi.
İslamcı çevrelerde, Cumhuriyet’in kurulmasını bir İngiliz oyunu olarak gören çoktur. Kurtuluş Savaşı’nda canla başla savaşan müminleri, Kemalistlerin taklaya getirdiğine inanılır. Koca imparatorluğun Lausanne’da Anadolu’ya hapsedildiğine, İngiliz sömürgelerindeki Müslümanlar ayaklanmasın diye İngilizlerin isteğiyle hilafetin kaldırıldığı anlatılagelir. “Lausanne, Zafer mi Hezimet mi” İslamcı kesimin favori tartışmalarından. Laik kesimden de, iki Kemal Tahir romanı okuyunca kendini Osmanlı uzmanı zanneden kimi “enfant terrible” komplekslilerde bunun yansımalarını görmek mümkündür.
Suriye savaşıyla beraber bu İslamcı fantezisi, dış politikada bir hakikat olarak uygulanmaya çalışılıyor. Başbakan bunu iki ay önce gayet açık ifade etti:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti sıradan bir ulus devlet, sıradan nevzuhur etmiş bir devlet değildir. Millet-i İbrahim’in, Sultan Alparslan’ın, Selahaddin Eyyubi’nin ruhunun bir devletidir. Şimdi ya Kut’ül Amâre kazanacak, ya Sykes- Picot kazanacak.”
Davutoğlu, milletten ne anladığını ise geçen sene izah etti:
“Biz tek millet derken Sultan Alparslan ile Sultan Selahaddin’in orduları ile kurulan bir devleti ve milleti kast ediyoruz. Biz millet derken millet-i İbrahim’i kast ediyoruz.”
Yani milletten kasıt ümmet. Devletten kasıt ise şimdilik mahcup bir hilafet.
Ya Kut’ül Amare ya Sykes-Picot diyerek emperyalistlerin planlarına karşı tek seçeneğin Osmanlıcılık olduğuna inandırılmaya çalışılıyoruz.
Oysa sergüzeşt bir oryantalist olan Sykes ile milliyetçi mukaddesatçı Picot’nun karşısına, her ne kadar kahramanca bir mücadele olsa da Kut’ül Amare savaşı konulamaz. Biri, bir paylaşım antlaşması diğeri bir savaş.
Antlaşma ancak bir başka antlaşmayla kıyaslanır. Sykes-Picot anlayışının Türkiye’deki dengi Sevres’dir. Davutoğlu’nun sorusu on yıllar önce ya Sykes-Picot ya Lausanne diye sorulmuş ve cevabı Lausanne olarak verilmiştir.
Lausanne bir hezimet değil ülkenin bugün Sykes-Picot benzeri Sevres Antlaşması’yla Suriye ve Irak’ın haline düşmemesinin gerekçesi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgede kendine dayatılan haritayı savaşarak reddeden tek ülke Türkiye. Bu iktidara rağmen hâlâ ayakta kalabilmesinin en önemli sebebi de bu.
Demokrasiyi güçlendirip Kürt meselesini insan hakları temelinde çözmek ve böylelikle Lausanne’ı günümüz koşullarında yeniden yorumlamak tek şansımız.
ABD başkanıyla ayak üstü görüşmeyi diplomatik zafer zannedenlerin anti-emperyalizm pozlarına kanmaya ya da Kürt meselesinin şiddetle halledileceğine inananlar siyasal İslamcıların koltuk değnekliğinden öteye gidemez.
Dağılmış, parçalanmış, birbirine girmiş karikatür bir hilafet devleti istiyorlarsa başka.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları