Özgür Mumcu

Bakkal Karabet

25 Nisan 2015 Cumartesi

100. senesinde konunun gündeme her zamankinden daha yoğun bir şekilde geleceği biliniyordu. Geldi de.
Ciddi bir kavram karmaşası da bu gündemi iyiden iyiye bulandırdı.
Tehcir, katliam, insanlığa karşı suç, etnik temizlik, soykırım... Bir dolu kimi hukuki kimi siyasi kavram havalarda uçuşmakta.
Konu, ecdadımız böyle bir şey yapardı, yapmazdı, yapmıştı yapmamıştı diye de tartışılıyor.
Evvela belirtmek gerek ki dünyada hiçbir kavmin ecdadı bütün suçlardan arınmış pirüpak olamaz. Bunun böyle olması için bir milletin fenalık yapamayacak bireylerden oluşması gerek. Her toplumda cinayeti, hırsızlığı cezalandırmak üzere kanuni düzenlemeler olduğuna göre, “bizim ecdat, sırf bizim ecdat olmaklığıyla suç işlemez ve tertemizdir” demenin bir manası yok.
Bunun hem manası yok hem de mesela “soykırım” suçunu sanki bir millet kolektif olarak işleyebilirmiş de bizimkiler işlememiş gibi son derece yanlış bir akıl yürütmeye yol açar.
Bu bireysel bir suçtur. İşlendiyse de bir millet ve dolayısıyla ecdat değil, bireysel olarak bazı kişiler tek başlarına ya da beraber hareket ederek işleyebilir.
Ecdadı aklayacağız diye bütün bir millete, atfedilemeyecek bir suçun işlenebilirse sanki ancak bütün bir millet tarafından işlenebilecekmiş gibi anlatmak, deli saçması bir çaba. “Soykırım”ın olmadığını ırki ve kültürel hasletlerle izah etmek ancak “soykırım” olduğunu ileri sürenlerin işine yarar.
Peki, bu 1915’te olanlar bir soykırım mıydı?
Buna hukuki bir cevap vermek hem güç hem değil.
Soykırıma ilişkin antlaşma 1948’de imzaya açıldı ve 1951’de yürürlüğe girdi. Aksine görüşler olsa da antlaşma geriye yürümüyor. Kaldı ki soykırım da bu sözleşme vesilesiyle türetilmiş bir kavram. BM Genel Sekreter Sözcüsü’nün de hukuki bir karar olmadan soykırım ifadesini kullanamayacaklarını söylemesi bu nedenle.
Hal böyleyken nereden çıktı bu “soykırım” işi?
Soykırım sözleşmesinin önsözü “tarihin her döneminde soykırımın insanlık için büyük kayıplar meydana getirdiğini” kabul eder.
Yani “soykırım” kavram olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra türetilmiştir ancak sözleşmenin tarafları bu suçun sözleşmeden önce de gerçekleştiğinin altını çizmiştir. Daha evvelkiler için hukuki bir karar alınamaması başka, daha önceki bazı katliamlar için siyasi ya da başka sebeplerle bu kavramın kullanılması başka mesele.
Soykırım ifadesini kullanmak için ise hukuken 1915’e uygulanamasa da Soykırım Sözleşmesi’ne atıf yapılıyor.
1915’te yaşananların Soykırım Sözleşmesi’nin “Grubun bütünüyle ve-ya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek” şeklinde tanımladığı fiille örtüştüğü ileri sürülmektedir.
Uluslararası yargı organlarının 1990’lardan sonraki içtihadı, soykırım suçunun kriterlerini iyiden iyiye esnetmiştir. Uluslararası Adalet Divanı, Srebrenica’da 7 bin Boşnak’ın katledilmesinin soykırım suçu olduğunu tespit etmiştir.
Soykırım suçunun oluşması için “özel kast” yani “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacı” aranmaktadır. Bu kastın ispatının koşulları ise Ruanda ve eski Yugoslavya savaş mahkemelerinin kararlarında yumuşatılmıştır.
Yani 1915 bugün yaşansaydı, ihtimal belki tehcirin hepsi değil ancak kimi uygulamaları hukuken soykırım sayılabilecekti.
İşin teknik hukuki boyutu genel hatlarıyla bu.
İnsani boyutu ise bu denli karmaşık değil.
Soykırım olunca bir ölü daha fazla ölü, soykırım olmayınca daha az ölü olmuyor.
Onu da Nâzım Hikmet anlatıyor zaten: “Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış/ Affetmedi bu ermeni vatandaş/ Kürt dağlarında babasının kesilmesini/ Fakat seviyor seni/ Çünkü sen de affetmedin bu karayı sürenleri Türk halkının alnına”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları