Özgür Mumcu

Alışacak mıyız?

02 Haziran 2016 Perşembe

“Alışacaklar.” Alışacak mıyız? Bence alışırız. Bir defa insan nelere nelere alışmıyor ki. Hem senelerce nelere alışmadık ki. O sebeple alışırız.

Medya büyük oranda tahakküm altında. Alışmasak da neye alışmadığımızı, neden alışmadığımızı pek duyan olacak gibi değil. Zamanında akıl almaz, hukuk devletiyle bağdaşmaz, demokrasilerde kabul edilemez diye düşünülen çok şey zamanla normali oluşturmaya başlamadı mı?

Hukuk devleti ve anayasa bozuk bir ampul gibi. Bir yanıyor, bir sönüyor. Giderek de sönük kaldığı süre ışık verdiğine göre azalıyor.

Adı üzerinde “fiili bir durum” var. Haliyle bu fiili duruma uymayan anayasa ve hukuk devleti askıda.

Anayasa ve ceza hukuku ile başlayan hukuksuzlaşma giderek hukukun diğer alanlarına da yayılıyor. Hukuki güvenlik ilkesi kayıp. Dolayısıyla geleceği öngörebilme ihtimali sınırlı. Bugün bu hukuksuzluğun sadece siyasi meselelerle sınırlı kalacağını düşünenler varsa, büyük bir yanılgı içindeler demektir.

Siyaset sadece demeç ve hamasetten ibaret bir kör dövüşü değil. Siyasi gücün tek odakta yoğunlaşması elbette sermayenin de aynı şekilde tek elde toplanmasına yol açar. Ticari meseleler de gayet siyasidir ve hukuki güvensizliğin o alana yayılması kaçınılmaz.

Bir anayasaya sahip miyiz? Bu soruya rahat bir cevap verilemeyecek bir dönem. Geçen günlerde anayasa hukuku profesörü Kemal Gözler, bu soruyu “Anayasasızlaştırma Üzerine Bir Deneme” başlıklı ayrıntılı bir incelemede ele aldı. Prof. Gözler, süregiden anayasaya aykırılıkların artık anayasanın metrukiyeti neticesi doğurduğunu ileri sürüyor. Anayasanın öylesine t emel hükümleri o kadar açıkça ihlal ediliyor ki, anayasada belirtilen demokratik devlet, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, tabii hâkim ilkesi ve kuvvetler ayrılığı artık neredeyse ortadan kalkmış durumda.

Prof. Gözler’in ayrıntılarıyla ve teorik olarak da değerlendirdiği örnekler kısaca özetlenince tablonun vahameti apaçık ortaya çıkmakta.

İlgili kanunlara dayanmadan hukuka aykırı şekilde ilan edilen sokağa çıkma yasakları, Cumhurbaşkanı’nın el atmasıyla hükümetin genel siyasetini başbakan ve bakanlar kurulunun belirlemesi kuralının sona ermesi, düşünce ve ifade özgürlüğünün canına ulusal ve uluslararası içtihata aykırı olarak sağanak gibi yağan davalarla okunması, basımevlerine el koyulması, kayyım meselesinde belirginleşen mülkiyet hakkı ihlalleri, sabah akşam en yukarılardan açıkça talimat ve emir verilmesiyle mahkemelerin bağımsızlığının kâğıt üzerinde kalması, sulh ceza hâkimlikleriyle bitirilen tabii hâkim ilkesi, sürekli yer değiştirilerek tırpanlanan hâkimlik teminatı, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının “karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” denerek reddedilmesi.

Bunlar ilk elde akla gelenler. Örnekler çoğaltılabilir. Bu toplu resme bakınca hakikaten de sistematik ihlallerin artık bir anayasaya aykırılık değil anayasanın metrukiyetine yol açtığı görülüyor.

İktidar çevreleri bu manzarayı “Yeni Türkiye”nin mecburi doğum sancıları diye değerlendiriyor olabilir. Ancak manzara fena halde bir “anarşi ve kaos” manzarasına benzemektedir.

Hukuk devleti ilkesi ortadan kaybolunca işlerin nereye gideceği kestirilemez zira kestirmek için gerekli kurallar da kaybolmuş demektir.

Alışacak mıyız? Bilmiyorum.

Tek bildiğim fiili durumun ilelebet sürdürülebilir olmadığı. “Güçlü devlet” fetişi olan bir siyasi hareket devletin altından halıyı çekmek üzere.

Adalet ve dolayısıyla toplumsal sözleşmenin ifadesi olan anayasa, mülkün yani devletin temelidir. O temel bugün bile isteye çürütülmekte.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları