Özdemir İnce

Gene şiir günü

28 Mayıs 2023 Pazar

Değerli okurlar, bu pazar da şiir okumak zorundasınız! Haziran ayında Sia Yayınevi tarafından yayımlanacak olan “Bütün Şiirler”imin beşinci ve son kitabında yer alan şiirler.

***

KAÇIK BİLGENİN GÖZLEMLERİ VI

İşçi sınıfı cennete giderse!

(İşçi sınıfı her yaz cennete gitmez,

devre mülk yoktur o beldede.)

İşçi sınıfı cennete giderse

işveren patron da girer cennet haremine

oysa hep cehenneme gideceğini sanmıştır budala!

(Ama Dostoyevski’nin budalası değildir!)

İş ve çalışma yorar, dinlenmek gerek

iki yıldız arası bir göksel hamakta

şapkasını Büyükayı’nın çengeline asar

bir ayrıcalık olarak sendikalı işçi.

Huriler ve gılmanlar işçi sınıfı içindir,

çünkü uyku kardeşliği diye bir şey var.

Önce Sırat Köprüsü’nden geçer işçi sınıfı

elini kolunu sallayarak kolbastı oynayarak,

üzerine binmek için bir koç arar patron

her yıl birkaç tane kurban kesmiştir,

ama ara da bulasın, karaborsada.

İşçi sınıfı cennete gitmek istemezse,

kızgın sac üzerinde namaz kılar patron

patlama mısır gibi yerinde zıplar.

Dinledikten sonra Tanrı’nın huzura çıkar

işçi sınıfı boşanarak alınyazısından,

karşılıklı Türk kahvesi içerler, fal kapatırlar.

Bekleme odasında bekler bu sırada

işveren-patron, tavana bakar, parmaklarını çıtlatır,

başmelekler sırada beklemezler, bunu da görür.

Azrail öyle çok girer çıkar ki

içeride mi yaşar dışarıda mı, bilemezsin.

Bekleme odasında bekler işveren-patron,

merak içinde mırıldanır kendi kendine:

“Her şeyini ver, Tanrı gelip seni bulur!” diye.

Yanlış! O zaman herkes işsiz kalır!

İşsiz kalır dondurma ve terlik satıcıları,

baloncular, koz helvacılar, lotocu ve totocular

ve Max Jacob’un şarap ve şapka satıcıları.

İşçi sınıfı cennete gider devrim olsa da olmasa da,

işçi sınıfı aracısız görüşür bilinmeyen bir tanrıyla.

Epilog olarak son cümle, fazlası gerekmez:

İş kazası kurbanlarıdır gökteki yıldızlar.

(Farilya, 31.08.2009-29.05.2011)

***

KARA DELİKTE BİR YOLCULUK

Özdemir! Utandığım adımdır çocukken çocukluğumda. Oysa verilmiş görklü ve kutlu olsun diye insanlar arasında.

Bir eşek arısı takımı soktu başımdan beş yaşımda, öldüm ve bir yıl sonra dirildim. Yürümeyi, konuşmayı bir kez daha öğrendim. Ama bulamadım bir daha birkaç zulaya gömdüğüm hazinemi.

Bir böğürtlen çalısı erostum arı salkımı başımda, aklım tozlu asma yaprakları arasında. Güneş tozlarıyla kamaşmış trahomlu gözlerim, derken bir yırtıcı hayvana dönüştüm bir sabah.

Toz-topraktan bir heykel yaptım, susuz, bana benzeyen, gözsüz, burunsuz, kulaksız; sonra bir şimşek oldum yukarılarda çarptım bu et ve toz yığını kitleyi.

Kaç zamandır bedenim yok, dilim dilsiz, sağır kulaklarım; meşin kisvemde biri var, sanki benmişim gibi yapıyor, kandırıyor benim olmayan hayatı.

Ölüyüm, ölü taklidi yapıyorum cangılda, yırtıcı hayvan kokusu alıp kokluyor olmayan ruhumu etobur hayvanlar.

Karıncalar girip çıkıyor ağzıma, burnuma, kulağıma, sırada artık akrepler var. Olmayan ağustos böcekleri korosunu duyuyorum sağır kulağımda. Belki de anımsıyorum bunları bir başka hayatımda. Bir serap.

Son bir karar aldım, kararım karar, bir yandan çürür bir yandan yeşerirken bedenim, karar verdim, son kez dirileceğim; kendi boyunduruğumdan kurtulup ilk kez özgür olacağım 1 Eylül 2016’da.

Bir köy evinin sayvanı altında şarap içip pipo tüttüreceğim!

&

Ülker! Pomak ecesi Rodop dağlarında hemşerilerine göre. Bana göre Toroslarda Hititlerin su içtiği son kaynak.

Geyik yavrusudur kayadan kayaya, kapı tokmağıdır, köyün yunaklığıdır, çıkmayan kınadır ki bir nişan günü yakılır.

Ülker bağbozumudur, Büyük Mekong deltasında yeni bulunan bir hayvandır ki suda ve karada yaşar, henüz adı yok, sadece ben bilirim.

Serap ve vahadır ilk yedi günden bu yana, okudukça sayfaları çoğalan kitap. Ağustosu kıştır, eylülü ilkbahar, şubatta gelen yaz. Beklenmedik, görülmemiş, duyulmamış, eskimemiş, caymamış, sürçmemiş, Kaf Dağı’nın arka yakası, Hızır gibi, aş gibi ve bir saka olarak.

Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik’tir, sonsuz artı birin hanımı!

***

DE Kİ IX

De ki: Çölde yiten ırmağın hüznünü bilirim,

o halde bir vahaya kaynak olacağım.

Hep aynı düşü görüyorum uyanmadan önce:

Evim yürüme mesafesinin dışında,

duraklarda bekliyorum hiçbir araç yok.

Eve geliyorum güya ama bilmiyorum

hangi katta, kaç numara.

Asansöre biniyorum, duruyor

insansız bir gökyüzü durağında.

Bir yere telefon edeceğim ama gözlüğüm yok,

göremiyorum, ezberimde zaten yok numara.

Dünya ile aramda bir sigara kâğıdı

kalınlığında bir insansız alan,

koku alma duyumu çok erken yitirmişim.

Bir alana ihtiyacım var yaşamak için,

musalla taşına yatırılmak istemiyorum,

cenaze namazım kılınsın istemiyorum,

“Merhumu nasıl bilirsiniz?” diye sormasın

hiçbir imam, kimse hakkını helâl etmesin.

Cesedim yakılsın, külüm denizlere serpilsin

diye konuşurdum gençliğimde,

artık fark etmez bok çukuru da...

Evimi bulamıyordum yaşarken,

bilmiyordum adresimi,

cesedimin de bir adresi olsun istemiyorum.

Diyelim ki idam sehbasına çıkmadan önce

son isteğimin ne olduğunu soruyorlar, sormuşlar,

de ki dölyatağına ersuyu olmak istiyorum,

de ki ersuyuma bir yuva olsa!

Yeniden doğsam bir Gezi Parkı’nda,

saka olsam, su dağıtsam,

görünmez bir kalkan olsam.

De ki ölmeden yeniden doğsam

de ki yeniden doğmadan doğsam

kentin dölyatağı bir meydana sığınsam,

adalet istesem 5 Ağustos’ta!

 Deme ki: Ben hiçbir şey söylemedim!

(Farilya, 29 Temmuz-10 Ağustos 2013)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları