Olaylar Ve Görüşler

Yükseköğretimin temel sorunları

23 Ekim 2019 Çarşamba

Prof. Dr. Ahmet Özer
Toros Üniversitesi
ahmet.ozer@toros.edu.tr

Bilim, doğası gereği evrenseldir, toplumun içinde yapılır, halka üstten bakmaz. Bilim insanı mütevazı ve alçak gönüllüdür.

Üniversitelerimizin hem akademik yeterlilik ve yaratıcılık hem eğitim öğretim faaliyetleri hem de üniversite- toplum diyoloğu ve etkinliği bakımından çağdaş üniversite düzeyinin altında bulunduğu genel bir kabul görmektedir. Bunun böyle olmasında hiç kuşkusuz tarihsel ve toplumsal koşullar yanında, genel olarak sosyoekonomik gelişmişlik düzeyinin ve bir bütün olarak sistemin payı büyüktür. Ancak asıl sorun üniversitenin kendi iç işleyişindeki yapısal, akademik ve demokratik yapılanmadan ve bu yapılanmanın yarattığı koşullardan kaynaklanıyor.

Bilim ve özgürlük
Bilim üretmenin en önemli koşulu, özgür düşünce ortamıdır. Böyle bir ortam yoksa bilimi üretenler riskleri göğüsleyip bu ortamı yaratmak durumundadır. Çünkü nerden gelirse gelsin direktiflerle, emirlerle, yasaklamalarla bilimsel çalışma sürdürmek mümkün değildir. Bunlarla ancak resmi ideoloji üretilir, bilim üretilemez.
Burada işin temel felsefesini özetleyen iki önemli anahtar kavram devreye giriyor: Özerk yönetim, özgür bilim. Temel amaç, üniversitede araştırma ve bilimsel çalışma yaparken ya da öğrenci yetiştirirken kullanılan yöntem ne olursa olsun, özgür düşüncenin ve özerk yönetimin önemini ortaya koymak, özgürlük ve yaratıcılık arasındaki fonksiyonel ilişkiyi kaybetmemektir. Çünkü özgür insan yaratıcı insandır; yaratıcılık üretimi, üretim zenginliği, zenginlik ise refahı yaratır.

Bilimsel gelişmeye ket vuran bariyerler
Buna rağmen bilim insanı yaratıcılığı engelleyen üç temel bariyer (otorite, gelenek ve kişinin kendisi) ile karşı karşıya gelebilir. Kişi herhangi bir otorite endişesiyle hareket ederse korkar, siner ve bir süre sonra otosansüre başvurur, bu da onu yaratıcılığktan uzaklaştırır. Türkiye’de durum hâlâ bu düzeydedir ne yazık ki... Bunun olmaması için öncelikle bilimsel çalışma yapan kurumların kurumsallaşarak kişilik kazanması gerekir. Bu da çağdaş bir üniversitenin zorunlu olarak sahip olması gereken iki özelliğini öne çıkarıyor. Bunlar bilimin özgür, yönetimin ise özerk olmasıdır. Türkiyedeki yüksek öğretim paradigması içinde ne bilim tam özgürdür ne de yönetim tam özerk..

Nasıl bir üniversite?
Kalkınmanın kaynağı insandır. İnsanı dönüştürmenin en etkili yolu eğitimdir, eğitimin de en üst düzeydeki yapılanması üniversite kurumudur. Peki, bu denli önemli olan üniversite nasıl olmalıdır? Çağdaş anlamda bir üniversitenin üç önemli fonksiyonu vardır. Bunlar, bilimsel araştırma yapmak; eğitimöğretim yapmak ve halk - üniversite diyaloğunu sağlamak.

Bilimsel araştırma yapan üniversite
Bilimsel araştırma yapmak, bilimsel bir nosyona, bilimsel bir ortama sahip olmayı gerektirir. OysaTürkiye’de genellikle, bir ömrün sonunda, üniversitelerin tozlu odalarında, sesini soluğunu çıkarmadan oturabilenler sonunda doçentlik ya da profesörlük payesine ulaşıyorlar. Nâzım’ın dediği gibi “üzüm üzümken güzeldir, ezildikten sonra ha şıra olmuş ha pekmez, hiç farketmez.”
Bir diğer husus da araştırmanın mali boyutudur. Üniversitelerde bilimsel araştırmaları desteklemek için kurulmuş olan “Araştırma Fonları” son bir kararla kaldırılmış ya da başka birimlerle birleştirilmiştir. Hal böyle olunca öğretim elemanları bilimi ilerletmek, çoğaltmak, yenilemek, yenilikler ortaya koymak adına değil, akademik yükseltme için aranan asgari koşulları yerine getirmek için (çoğu göstermelik olan) yayınlar yapmak zorunda bırakılıyorlar. Böylece üniversite, evrensel bilim için önemli olan bir olanak iken, adeta güncelin geçici kazançlarına feda edilmektedir.

Nitelikli öğrenci yetiştiren üniversite
Üniversitelerin ikinci önemli fonksiyonu eğitim öğretim yapmalarıdır. Her sene 2 milyona yakın kişi üniversite sınavına girdiği halde, bunların ancak beşte birinin yükseköğretim kurumlarına yerleştirilmesi büyük bir sorundur. Üniversiteye girenlerin de bir kısmı tercihleri ve istekleri doğrultusunda değil de sistemin öngördüğü dayatmalar sonucu ve çoğu zaman istemedikleri dallara ve bölümlere savrulmaktadır. Böylece harcanan yılların sonunda mezun olabilen öğrenciler bu kez üniversite mezunu olarak işsizlik ordusuna katılmaktadırlar. Bu kısırdöngü hâlâ birbirini besleyerek ve büyüyerek devam etmektedir.

Halkla diyalog kuran üniversite
Yaklaşık 700 yıl önce El Ceziri, “Uygulamaya geçmeyen bilim doğru ile yanlış arasında bir yerdedir” demişti. Bu güzel sözün de belirtmiş olduğu gibi bilimsel bilginin bir fonksiyonu da insanoğlunun yaşamını giderek artan oranda kolaylaştırmasıdır. Bunun için de elde edilen bilgilerin uygulamaya geçirilmesi gerekir. Bu da ister istemez üniversite ile çevre ilişkilerini gündeme getiriyor.
Daha önceleri adeta fildişi kulelerine çekilmiş olan üniversiteler ve onun bilim insanları artık bu kulelerden çıkmalı, halkın içine inmelidir. Bilim doğası gereği evrenseldir, toplumun içinde yapılır, halka üstten bakmaz. Bilim insanı mütevazı ve alçak gönüllüdür.
Fakat üniversite ile halkın diyaloğunu sadece sermayeüniversite diyaloğuna indirgemek yanlış olur. Günümüz üniversitelerinde üniversite - halk ilişkisinden daha çok bu anlaşılmakta, üniversiteler böylece giderek sermayenin eline ve emrine girmektedirler.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları