Olaylar Ve Görüşler

Yakut Irmak Özden - Ulusal marşımıza güfte seçimi: Özel bir anı

12 Mart 2024 Salı

İ stiklal Marşı’mızın 12 Mart 1921’de kabul edilmiş olduğu hemen hepimizce bilinir. Marşımızın güftesinin seçiminde o tarihte milli eğitim bakanı olan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in öncelikli rol oynadığı, Mehmet Akif Ersoy’u yarışmaya katılmaya ikna etmek için ısrarla aradığı, Ersoy’un da bu öneriyi, vatanına saygılı ve soylu bir davranışla, ancak, yarışmayı kazanması halinde kesinlikle öngörülen para ödülünü (o dönem için önemli bir tutar olan 500 TL) almamak koşuluyla kabul ettiği de birçok kişi tarafından bilinmektedir.

Ben bu yazımda, marşımızın kabulüyle ilgili, yıllar önce Hamdullah Suphi Bey’in kendi ağzından dinleme fırsatını bulduğum -ve bildiğim kadarıyla daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olan- bir konuyu siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum.

‘MİLLİ HATİP’

1950’li yıllarda, ben henüz Notre Dame de Sion Fransız Ortaokulu’nda öğrenciyken ailece yaşadığımız İstanbul’da, Çemberlitaş’la Sultanahmet arasındaki Pierre Loti Caddesi’ndeki mütevazı evimiz, o dönemin birçok değerli aydının, akademisyenin ve Ahmet Hamdi Tanpınar, Behçet Kemal Çağlar, Yahya Kemal Beyatlı gibi edebiyatçıların da uğrak noktalarından biriydi. Bu kişiler arasında, o dönemde Şehzade başındaki atalarından kalma -daha sonraları İstanbul Üniversitesi’ne devredilen- Suphi Paşa konağında yaşayan Hamdullah Suphi Tanrıöver de vardı. 

Bir ziyaretinde -yakışıklılığı kadar hitabetinin gücü ve etkileyiciliğiyle de tanınan, kendisinin anıldığı “milli hatip” lakabını layığıyla taşıyanHamdullah Suphi Bey’in anne ve babama milli marşımızın Millet Meclis’ince nasıl seçildiğini ve kendisinin bu konudaki belirleyici rolünü heyecanla nasıl anlattığını hâlâ anımsarım. Böylece kendisinden milli marşımızın güftesini oluşturmaya aday şiirler arasından -bizzat Hamdullah Bey tarafından yapılan eleme sonunda- altı tanesinin Meclis’e sunulduğunu öğrenmiştik. Öğrendiğimiz bir diğer konu, başvuruda bulunan şairler arasında Nâzım Hikmet’in de bulunduğu idi. Yarışmanın açıldığı tarihte Nâzım’ın henüz çok genç (yirmi yaşında) olduğunu, ama ilk şiir denemelerini daha da erken yaşlarda, bir kısmını Heybeliada Denizcilik Okulu’nda Yahya Kemal Beyatlı’nın öğrencisiyken kaleme almaya başladığını da biliyoruz. Hamdullah Suphi Bey’in kendi ifadesiyle, “Nâzım’ın şiiri de güzeldi” ama gene kendi anlatımıyla, 1 Mart 1921’de, Mehmet Akif’in dizelerini kürsüden (o dillere destan hitabetiyle) okuduğunda, Meclis’teki milletvekilleri arasında öyle bir heyecan ve coşku dalgası doğmuştu ki bu şiiri yeniden ve yeniden gelen istekler doğrultusunda, dört kez okuması gerekmişti. Mehmet Akif’in şiirinin, ülkemizin o günlerdeki bağlamında -düşünün ki aralarında en seçkin gençlerimizin bulunduğu yüz binlerce şehit verdiğimiz Çanakkale Savaşı üzerinden henüz birkaç yıl geçmiş, dahası Kurtuluş Savaşı’mız da yeni başlamış- tüm ulusçu duyguları en yoğun biçimde etkilemiş olması elbette çok doğaldır.

BEETHOVEN VE NÂZIM HİKMET

Yazımı bitirmeden, zaman zaman aklımdan ve gönlümden geçen ve yukarıda değindiğim konuların bende çağrıştırdığı bir düşüncemi de sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim. Hamdullah Suphi Bey’den bu özel anıyı dinlediğimde henüz ortaokul öğrencisi bir çocuktum. Daha sonraki yıllarda gerek Türk gerekse Batı edebiyatı konularında bilgim arttıkça, Nâzım Hikmet’in sadece anadilimizin değil, tüm dünya edebiyatının en önde gelen şairlerinden biri olduğuna inancım da arttı. Ve ne zaman Beethoven’in başyapıtlarından biri olan “Dokuzuncu Senfoni”sinin finalinde Schiller’in şiirinin seslendirildiği koroyu dinlesem, bu şairin eserinin Beethoven gibi bir müzik dehası tarafından bestelenmiş olduğu için ne kadar şanslı olduğunu düşünürüm. 

Keşke bir gün Nâzım Hikmet gibi dev bir edebiyatçının bazı dizeleri Beethoven gibi bir müzik dehasının bestesiyle birleşse ve ortaya hem şehitlerimizi saygıyla anan, hem de günümüz dünyasında önce ülkemizi, sonra da tüm insanlığı sadece savaşla değil, barışla da yücelten dünya çapında bir eser çıksa... Böyle bir eser sadece ülkemize değil, tüm insanlığa değerli bir armağan olurdu sanıyorum.

Gerek bağımsızlığımızın ve Cumhuriyetimizin temellerini atan tüm şehitlerimizi, gerekse bu yazıda adı geçen değerli insanlarımızı rahmetle anıyor, ışıklar içinde yatmalarını diliyorum.




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları