Olaylar Ve Görüşler

Uzun yaşamın sırrı: Aşk

29 Temmuz 2016 Cuma

2005 yılıydı... İspanya’da verdiğim doktora tezim henüz yayımlanmıştı. İspanyolca çıkan bu iki kitabı kimsenin okumayacağını düşünürken telefon çaldı. Kulaklarıma inanamıyordum. Arayan Halil İnalcık’tı!

Halil Hocam kitabımı kutluyor ve tarih dünyasına yeni atılan bir gencin duymak isteyeceği her şeyi kısacık bir telefon konuşmasına sığdırıyordu. O günden sonra hocanın hep yanı başında olma şerefine erişmiştim. Hiç tanımadığı genç bir tarih doktoruna telefon açıp ona şevk verecek kadar alçak gönüllü, Osmanlı tarihi üzerine çıkan her yeni eseri takip edecek kadar titiz, gençlere zaman ayıracak kadar cömert olduğuna daha sonra defalarca şahit olacaktım. Hocanın öğrencisi olmakla müşerref olanlar ise onun son derece disiplinli ve ciddi çalıştığına tanıklık etmişlerdi. Bugün ziyadesiyle saygın Osmanlı tarihçilerinin çoğu onun sırasından geçmişti.

Tarihçi olmanın ‘alfa’sı
2012 yılında yıllar yılı biriktirdiği, dünyanın dört bir yanından topladığı belgeleri sakladığı Halil İnalcık Osmanlı Araştırmaları Merkezi’ni (HICOS) araştırmaya açmaya karar verdiğinde beni çağırmıştı. Hocanın elleriyle çoğu Eski Türkçe yazılmış, akıl durduran bir düzen içerisinde kataloglanmış fişleri ve notları görünce daha önce böyle bir düzen görmediğimi fark etmiştim. Arşivi uzun uzun incelediğimde ise nasıl Halil İnalcık olunduğunu anlamıştım.
Mesela, Hoca Osmanlı hukuku üzerine yazmak için sayısız devletin hukuku üzerine ince eleyip sık dokuyarak araştırma yapmış, sonra Osmanlı belgelerini rulo rulo hatim etmiş ve uzun karşılaştırmalar sonucunda kaleme almıştı yazacaklarını. Macarcadan Farsçaya kadar pek çok dilde belge toplamıştı. Osmanlı tarihine sadece içeriden değil, dışarıdan nasıl bakılması gerektiğini gösteriyordu adeta bu sistem. Titizlik, farklı perspektifler, farklı bir algı... Tarihçi olmanın ‘alfa’sıydı işte bunlar.

Hayattan zevk almak
Hoca’nın hayata bakış açısının klasik bir akademisyeninkinin ötesinde olması sanırım hayatın zevklerine verdiği önemden geliyordu. İyi edebiyat, iyi yemek-içmek, iyi bir seyahat için ayrılacak zaman öncelikliydi. Son zamanlarında özellikle o renkli hayatı içinde Fransız şehir ve kasabalarına yaptığı seyahatleri ayrı bir nostaljiyle hatırlayıp anlatıyordu. O dupduru hafızasından çıkarıp bizimle paylaştığı çok özel anılar çoğu zaman bir film karesi kadar net ve detaylıydı. Yüz yaşına ramak kala hâlâ sofrasının bir kuralı olarak yemeklere bir peynir tabağıyla son verme o günlerden kalmış olmalıydı. Mesleğinin son yıllarında kaleme aldığı, Osmanlı’nın işret geleneğinin ayrıntılarını tüm renkleriyle anlatan “Has-bağçede ‘ayş u tarab” kitabını okuyanlar onu ne büyük bir zevkle yazdığını hissedecekler. Hoca, ince bir damak tadı olan, damağının lezzetini bozacak en ufak bir lokmaya ve yuduma hemen itiraz eden bir gurmeydi.

Peki, romantizm…
Romantizm, ruhunun her katmanında yaşıyordu. Son yıllarında Bilkent’teki evinde camın önünde salınan bir kavağa yazdığı aşk şiiri kendisinin de en sevdiği nişanıydı bunun. Ne de olsa Abdülbaki Gölpınarlı’nın çok yakınında olmuş, onun yanında edebiyatta pişmişti. Hoca’nın aruz vezni ile yazdığı şiirler onun hayatının her katmanında varlığını gösteren o tatlı romantik ruhunun göstergelerinden sadece bazılarıydı.

Aşk mı?
Kalbi doksanların sonlarında bile heyecanla çarpıyordu. Halil Hoca aşktan bahsetmeyi severdi. Ondan en sık duyduğum cümle “Tagore’un aşk tanımı her şeyi özetler: Kaçarsan, kovalanırsın, aşk olur”du. 100. doğum gününün sabahında balkonunda kahve içerken yakın dostu ve nehir söyleşisinin yazarı Emine Çaykara, asistanı Birsen Çınar ve kızı Günhan İnalcık’la birlikte sabah kahvemizi içerken sadece aşkı değil, hayatının anlamını da özetlemişti: “Aşk, bütün kâinatı canlı tutan prensip.” O gün bize uzun yaşamının sırrının aşk olduğunu söyledi.
İnalcık’ın en çok cehalet ve bağnazlığın karşısındaydı. Yobazlığa tahammülü yoktu. Emek verip yazdığı eserlerin okunmamasına ise dayanamıyordu. 100 yaşına yaklaştığı zamanlarda bile sağlığı el verdiğince kendi adına yapılan sempozyumlara katılır, katılımcılar arasında onu kızdıran olursa en ön sıradaki yerinden ayağa kalkıp arkaya döner, işaret parmağını kaldırır ve herkese hitaben “Beni okuyunuz!” derdi.

Ata ile tanışma
Hocanın ilkokulun tahta sıralarında Atatürk’le tanışması ve Ata’nın kendisine yönelttiği coğrafya sorusuna verdiği cevap, Mustafa Kemal karşısında döktüğü soğuk terler kaderin bir oyunu olmalıydı. Çünkü İnalcık, bugün dünyanın dört bir yerinde, engin bir coğrafi alanda, sayısız dile çevrilen eserleriyle şahsen bulunduğu ve bulunmadığı tüm ülkelerde eserleri ve itibarıyla ölümsüzlüğe kavuşmuş durumda. Osmanlı tarihinde bir ekol yarattığı, adını saymakla yorulacağımız pek çok üniversite ve enstitü tarafından şereflendirildiğini hatırlatmaya gerek yok. Onu sadece bir Osmanlı tarihçisi olarak anmak ise onun Cumhuriyet üzerine yazdıklarına haksızlık olacaktır.
Sanırım 100 yıllık örnek alınacak bir hayatın anısına bugün yapmamız gereken: Onu okumak. Onu okuyunuz!

 

Doç. Dr. ÖZLEM KUMRULAR
Bahçeşehir Üniversitesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları