Olaylar Ve Görüşler

Toplumcu siyaset için biraz cesaret

03 Ekim 2018 Çarşamba

Sermayenin bağımsız bir siyasi aktör olmasına izin verilmeyen, karşılığında ona maksimum kâr garantisi verilerek iktidara tamamen tabi kılındığı günümüz Türkiye’sinde böylesi bir radikalizm çok daha yaşamsal.

Otoriter popülist dalga, geleneksel merkez sağ ve sol partilerin tabanlarını kemirerek pek çok demokratik rejimde etkili oluyor. Yalnızca Batı dünyasının değil; Rusya, Hindistan, Türkiye, Filipinler gibi ülkelerin de kaderine hâkim olan, demokratik kurum ve kuralların sürekli aşındığı otoriter rejimler inşa eden sağ popülist liderlerin güttükleri siyasete taban tabana zıt bir ters-dalga ise İngiltere’de iktidar alternatifi oldu. Jeremy Corbyn’in 2015’te başa geçtiğinden beri sola kaydırdığı İşçi Partisi, geçen yılki seçimlerde aldığı sonuçla, iktidara talip olma iddiasını kuvveden fiile çıkarma potansiyelini gösterdi. Gelirin yeniden-dağıtımını ima eden “Azınlık için değil, çoğunluk için” sloganıyla popülizm çubuğunu sola büken parti milletvekili sayısını arttırdı. Corbyn’in sol aşısı tuttu.
26 Eylül’deki yazıda İşçi Partisi’nin sermaye çevreleriyle uzlaşması ve soldan merkeze doğru kayması ihtimalinin, sağ popülizme karşı sol alternatifin ölü doğumu anlamına geleceğini not ettik. Ancak şu anda böyle bir olasılık görünmüyor. Parti 2017 seçimlerinde su dağıtım sistemi, demiryolları, posta idaresi, ulusal gaz ve elektrik aktarım şebekesini kamulaştırmayı vaat etmişti. Vaatlerinin arkasındalar. Partinin gölge maliye bakanı John McDonnell geçenlerde, iktidara geldiklerinde ilk iş olarak bu kamulaştırmaları yapacaklarını tekrarladı.
Corbyn ise kısa süre önce, iş yaşamında dengelerin çalışanlar aleyhine gitgide bozulduğuna; çalışma saatleri uzarken ücretlerin düştüğüne ve güvencesizliğin arttığına dikkat çektikten sonra çarpıcı bir çözüm önerdi: Büyük firmaların yönetim kurulu üyeliklerinin üçte birinin çalışanların temsilcilerine ait olması. Günümüzün “kurumsal” dünyasında bazılarına hayalperest görünecek bu uygulama aslında o kadar da devrimci bir fikir değil. İktisatçı Ernest Mandel’in “sosyal kapitalizm” diye adlandırdığı 2. Dünya Savaşı sonrası refah devleti kapitalizminde bunun örnekleri vardı. 1976’da Almanya’da, iki binden fazla çalışanı bulunan şirketlerin yönetim kurullarında, çalışanların hissedarlarla eşit temsil edilmesi yasalaştırılmıştı. Kırk yıl önceki bir uygulama neo-liberal dönemde ütopik görünebiliyor.

Corbyn’in iktidar yolu
Corbyn, partisinin Liverpool’daki büyük kongresinde yaptığı konuşmada, açgözlülüğü yücelten kuralsızlaşmış finansal kapitalizmin bir kuşak boyunca modern ekonomi yönetiminin yegâne yolu olarak yüceltildiğini, ancak 2008 kriziyle beraber iflas ettiğini vurguladı. Egemen güçlerin sistemi esastan değiştirmek yerine mevcut haliyle sürdürmeye çalıştığını, partisinin ise İngiltere’yi yeniden inşa edip dönüştürmeyi hedefleyen radikal bir plan önerdiğini belirtti.
Öte yandan Corbyn’in iktidar yolunun dikensiz olduğu düşünülmemeli. Egemen güçler, sosyalizan programı halktan geçer not alan Corbyn’i başka bir yerden sıkıştırıyorlar. Hayatı boyunca ırkçı ve ayrımcı politikalara karşı bir aktivist-siyasetçi olarak mücadele vermiş olan Corbyn, kendisine ve bazı partililere yönelik anti-semitizm suçlamalarıyla uğraşmak zorunda kalıyor. Anglosakson dünyada büyük partilerin liderlerinde görmeye alışık olmadığımız ölçüde tutarlı ve kararlı bir Filistin destekçisi olan Corbyn, özellikle de bu yılın başından beri artan bir biçimde İsrail lobisi tarafından yıpratılıyor (anti-semitizm suçlamalarının, partinin başına geçtiğinden beri dile getirildiğini not edelim).
Bu mesele İşçi Partisi saflarında iç tartışma ve suçlamalara, enerji israfına, hatta yılgınlığa yol açacak ölçüde, geçen yaz ayları boyunca medya tarafından gündemleştirildi. Corbyn’e yönelik suçlamalar sinekten yağ çıkarır cinstendi: 2010’da katıldığı Filistin yanlısı bir etkinlikle kendisiyle aynı platformda yer alan bir kişinin sarf ettiği bazı sözler... 2012’de anti-semitist olduğu iddia edilen bir sanat eserinin imha edilmesine yönelik bir Facebook grubunda çalakalem yazdığı iki cümlelik eleştiri... 2014’te Tunus’ta, İsrail jetlerinin 1985 yılındaki bombardımanında ölen FKÖ’lülerin mezarına çelenk koyması... Bu sonuncusu iyice zorlama bir eleştiri, zira mesele aynı mezarlıkta 1972 Olimpiyatları’nda İsrailli sporcuların rehin alınıp öldürülmesinden sorumlu kişilerin de yatıyor olması. Corbyn’i “ben çelengi onlar için değil, 1985’te ölenler için bıraktım” demek zorunda bırakan bu olay İsrail Başbakanı Netanyahu’nun da gündemine girdi. Netanyahu, Twitter’da Corbyn’in açık bir şekilde kınanması gerektiğini yazdı.
Anti-semitizm suçlamaları Corbyn’in sermaye sınıfında, onun kontrolü altındaki medyada, iktidarda, kendi partisinin sağ kanadında ve bu saydığımız kesimlerle önemli ölçüde kesişen İsrail lobisinde yarattığı korkuyu göstermesi bakımından anlamlı. Corbyn vakasının bizim açımızdan en önemli boyutu ise, kapitalizmin başlıca metropollerinden birinde, ülkenin en güçlü ikinci partisinin liderinin sosyalizan politikaları savunabilmesi ve bunun halktan destek görmesi. Devir böyle bir devir. Bunu mümkün, daha doğrusu zorunlu kılan bir devir. Sermayenin bağımsız bir siyasi aktör olmasına izin verilmeyen, karşılığında ona maksimum kâr garantisi verilerek iktidara tamamen tabi kılındığı günümüz Türkiye’sinde böylesi bir radikalizm çok daha yaşamsal. Çünkü muhalefetin, ürkütmekten çekineceği bir sermaye sınıfı yok karşısında. Biraz cesaret!  

Doç. Dr. Burak Cop
İst. Kültür Üni.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları