Olaylar Ve Görüşler

Tanıklık ediyoruz

28 Kasım 2016 Pazartesi

Murat Sevinç / Ankara Üni., SBF - Değil mi ki Türkiye’de yayımlanan en köklü ve adı ‘Cumhuriyet’ olan bir gazeteye yazı gönderiyorum, o zaman bu ada yaraşır bir ‘gelenek aktarımı’ ile başlamalı. 1995 yılının Aralık ayında, SBF yani Mülkiye Anayasa Kürsüsü asistanlık sınavını kazandığım açıklandığı gün, sevgili ‘Kürsü’ hocalarımdan Cem Eroğul odasına gelmemi rica etmişti. Gittim. Her zamanki ‘ciddiyetle gülümseyen’ yüzüyle karşıladı ve karşısındaki sandalyeye oturmamı istedi. Ardından yaklaşık 10 dakika süren bir konuşma yaptı. 21 yıldır hatırladığım bir konuşma. Akademi ve Anayasa Kürsüsü üzerine. Bir saat önce asistan olduğunu öğrenmiş genç bir insana, çalışacağı yerin bir kamu kurumu olduğunu, alacağı maaşın yoksul halkın vergilerinden sağlandığını, bunun karşılığının verilmesi gerektiğini hatırlattı. “Seni dinlenmiş, uykunu almış görmek istemem, çok çalışacaksın, yoksa gidersin!” deyiverdi. Kurallar çok açıktı.

Üç fotoğraf

Ve arkasındaki duvarda asılı olan üç fotoğrafı göstererek şöyle bitirdi: “Fotoğraftaki üç insanın huyu suyu, davranışları birbirinden farklıdır. Ancak üçü de işlerini ciddiyetle yaptı ve çok çalıştı. Bilmeni ve unutmamanı isterim.” O üç insanın önemli bir özellikleri daha vardı. Çalışmalarında, sözlerinde “kamu yararına” öncelik vermişlerdi. Toplumlarına ve mesleklerine ihanet etmemiş, yalan söylememişlerdi.

Soysal, Aksoy ve Savcı

Fotoğraflardan biri, odasında kitaplığın önünde ellerini kavuşturmuş duran Mümtaz Soysal’ındı. 12 Mart döneminde SBF Dekanı iken dersinden “alınmıştı” darbeciler tarafından. Diğer fotoğraf Muammer Aksoy’un. Kitaplığın önünde, kır saçları ve güzel yüzü ile bakıyordu. 1990’da katledildi. Üçüncü fotoğraf Bahri Savcı’nın. Ara Güler’in İstanbul’daki eski bina önünde çektiği nefis bir siyah-beyaz fotoğrafta belli belirsiz gülümsüyordu. 12 Eylül darbesi sonrasında girdiği derste, 1961 Anayasası’nı çöpe atan faşist darbeyi eleştirmişti. Emekliliğine aylar kala 1402 sayılı Yasa’ya dayanılarak görevine son verildi. Onların fotoğrafları önünde oturan hocam, aynı yasa ile üniversiteden atıldı. Kürsünün bir başka öğretim üyesi Fazıl Sağlam ise istifa etti.

Kök önemlidir

Şimdi o fotoğraflar odamın duvarında. Hocam rahmetli Yavuz Sabuncu’nun fotoğrafı, hemen onların yanında. Bıraktıkları derslerine, geleneğin temsilcileri olarak devam ediyoruz. Elden geldiğince. Neden anlatıyorum bunları? Kök, gelenek, o geleneğin tortusu önemli de onun için. Güçlü geleneği olmayan hiçbir kurum, “yeni” bir şey yaratamaz. Yarattığını zanneder, buna mukabil harç zayıftır, dayanıksızdır. İki yüzyıldır yan yana yürümek için çaba harcadığımız Batı demokrasileri, güçlü gelenekleri üzerine ve onlardan ilham alarak inşa ettiler, ‘yeni’ olanı. Bana o gün anlatılanlar yalnızca bana değil, düşünen ve yazıp çizen herkese, akademiye yönelik önerilerdi. Bir akademisyen işini, alanını, kürsüsünü ciddiye almalı, sahiplenmeli ve doğru ya da yanlış, her ne düşünüyorsa bilimsel namusundan ödün vermeden dile getirmeli. Toplum içinde yaşadığını, topluma borcu olduğunu unutmamalı. Doğru ya da yanlış olabilir değerlendirmesi, varsın olsun, çıkarsızca söylemeli sözünü.

Yurttaş olarak tanığım

Bir insan, bir yurttaş ve SBF Anayasa Kürsüsü’nün bir mensubu olarak, dile getiriyorum tanıklığımı: Cumhuriyet’in yıllardır Cemaat’e karşı verdiği mücadeleye, okur olarak, tanığım. Cumhuriyet’in 14 yıl önce attığı ‘Gülenciler Terör Örgütü’ manşetine ve o manşet nedeniyle çekilen sıkıntılara, açılan davalara, tanığım. Cemaat yayın organı ‘Türkan Saylan’ın burs verdiği fahişeler’ haberlerini yapar ve yandaş medya, yaşamının son haftalarında Saylan’ı itibarsızlaştırma peşinde koşarken, Cumhuriyet’in saygıdeğer bilim kadınını nasıl ‘sahiplendiğinin’ tanığıyım. Daha iki üç yıl öncesine dek süren ve her adımıyla hukukun / yargılamanın temel ilkelerini, tarihimizde çoğu kez olduğu gibi, bir kez daha iğfal eden o berbat ‘mahkeme’ zırvalarının, Cumhuriyet tarafından nasıl eleştirildiğinin ve nasıl karşı durulduğunun, tanığıyım. Cumhuriyet bu tavrı sergiler, Türkiye’de yüzlerce gazeteci işinden olurken, hokkabazların Bank Asya’dan çektikleri kredilerle yalı dairesi alışlarının ve Cemaat’in sözüm ona ‘hizmetlerini’ övmekten helak oluşlarının, tanığıyım. Cumhuriyet’in ifade özgürlüğü savunusunun, farklı görüşteki yazarlara yer vermesinin, mağduriyetleri dile getirmesinin, tüm terör örgütlerine karşı oluşunun, bir okur olarak, tanığıyım.

Suçsuzluk karinesi

Ve şimdi; FETÖ’cülük suçlamasıyla tutuklanan gazeteci ve yöneticilerin soruşturmasının FETÖ’den ‘soruşturulan’ savcıya verilmiş olmasının, tanığıyım. Tutuklanan yazarların/idarecilerin tutukluluk gerekçelerinin, yöneltilen suçlamaların, sorgudaki soruların; anayasayı, hukukun temel ilkelerini bir kez daha yok saydığının, tanığıyım. Başta ‘subliminal mesaj’ denilen tuhaflık olmak üzere, yöneltilen sorularla halen yürürlükte olan anayasanın ‘temel haklar rejiminin’ yerle bir edildiğinin, tanığıyım. Daha ilk günden malum basın tarafından suçlu ilan edilmelerinin, temel anayasal ilke olan ‘suçsuzluk karinesine’ aykırı oluşunun, tanığıyım. Yıllar önce, okuduğu şiir nedeniyle cezaevine giren bir siyasetçiye yapılan haksızlığa nasıl tanıklık edip dile getirdiysem, bugün de attığı manşet nedeniyle ‘talimat aldığı’ varsayımıyla tutuklanan gazetecilerin, çiğnenen ‘düşünce özgürlüğünün’, görmezden gelinen ‘basın özgürlüğünün’, yok sayılan ‘kişi haklarının’ ve ulusal/uluslararası hukuka aykırılıkların, tanığıyım. Zamanında ‘Muhtar bile olamaz’ başlığını atan muhteremlerin ise bugün nasıl taklalar attıklarının, ellerini ayaklarını nereye koyacaklarını bilemeyişlerinin, tanığıyım. O gün o manşetleri atanlar o günkü ‘devletin’ hizmetindeydi. Şimdi de bugünkünün. Oysa Cumhuriyet’in, okumaya başladığım günden bugüne ‘halkın haber alma hakkının’, ‘ifade özgürlüğünün’ yanında oluşunun, tanığıyım. SBF Anayasa Kürsüsü’nün mensubu ve kendisine miras geleneğin sahiplenicisi olarak, Cumhuriyet’in ‘Fethullah Gülen’ ve devlete ‘sabırla yerleştirdiği örgütüne’ karşı verdiği mücadeleye, tanığım. Tabii, ne acıdır ki kimi eski Cumhuriyet yazarlarının dizginleyemedikleri ihtiraslarının ve yüz kızartıcı davranışlarının da, tanığıyım.

Kafalar çevirmemeli

Tanık olan ‘insan’ kafasını çevirmemeli, perdeyi kapatmamalı, yolunu değiştirmemeli. Tanıklığını dile getirmeli. Bu bir lüks değil, zorunluluk. Cumhuriyet, kökü derinlerde olan bir gazete. Her ‘köklü’ kurum gibi, toprağı, görünmeyen dalları ile sıkıca kavramış. Ve o kök, yargı kararları ile berhava olmaz. Çünkü kökü yaratan ve güçlendiren, mahkeme değil. Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan, tarih ve okuyucusudur...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları