Olaylar Ve Görüşler

Savcılar için etik ilkeler

06 Haziran 2017 Salı

Her toplumda yargıya güven, tıpkı meşruluk gibi, “görünmeyen barış meleğidir”. Savcıların yurdu da, işte bu güven binasının bahçe katıdır.

Sağlam bir hukuk öğrenimden geçmiş meslektaşlarım iyi bilirler ki, bir suç işlendiğinde ceza yaptırımının uygulanabilmesi için toplum adına ve kamu yararına gerekli soruşturmayı hemen başlatmakla ve “yeterli kuşku”ya ulaşınca da kamu davasını açmakla yükümlü ve yetkili kamu görevlisine “halka/ kamuya/cumhur ait nesne”nin (res publica) savcısı denir.
Ceza adaletinde kilit bir işlevdir bu. O nedenle Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Avrupa Savcıları Konferansı’nın kurucu belgesi olan tavsiye kararı uyarınca 31 Mayıs 2005’te Budapeşte’de “Savcılar İçin Etik ve Davranış Biçimlerine İlişkin Avrupa ilkeleri” benimsenmiş; bu ilkeler, HSYK’nin (10.10.2006, 424) ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun (E. 2007/5- 83 K. 2007/244 T. 20.11.2007) kararlarıyla yazılı hukukumuzun bir parçası olmuştur.
Bu ilkelere uymakla ve AİHS’nin 6’ncı maddesinde yeğin biçimde özetlenen “adil yargılanma hakkı ilkesi”nin yargılamanın her evresinde gerçekleşmesini sağlamakla yükümlü olan savcı; her zaman ve her koşulda ilgili ulusal ve uluslararası hukuka uygun olarak görevlerini adil, yansız, tutarlı, çabuk, dürüst, nesnel, hukuka uygun, suçsuzluk karinesine, insan şerefine ve haklarına saygılı olarak yürütecek; toplum adına ve kamu yararına davrandığını unutmayacak, toplum yararları ile birey hakları ve yararları arasında adil dengeyi ve mesleğinin saygınlığını koruyacak; korkusuz, önyargısız, kamu ve basın baskısından uzak, gizliliğe uygun, bireylerin hakları konusunda duyarlı ve bilgilenmelerini sağlayıcı, toplumdaki çeşitlilik karşısında eşitlik ilkesine ve her kesime saygılı olacak; kuşkuyu etkileyecek lehte ya da aleyhte ne kadar kanıt varsa toplayacak, yasadışı kanıtları kesinlikle dışlayacak; yansız soruşturma, sorumluluğun temelsiz olduğunu ortaya koyduğu anda asla kamu davasını açmayacak, açılan davayı sürdürmeyecek; silahların eşitliği ilkesini koruyacak, adil karar için mahkemeye yardım edecektir.

Adli denetim
Meslektaşlarım çok iyi bilirler ki, açılan her kamu davası, eğer kişi suçsuz ve yeterli kanıt yoksa, kaçınılmaz olarak “lekelenmeme hakkı”nı çiğner. Savcılar, bu hakkı gözetmek ve uygulanır kılmak zorundadırlar. Meslektaşlarım çok iyi bilirler ki, Türk hukukunda tutuklama zorunlu değildir. Yasa bu konuda hem açık, hem de isteksizdir.
Açıktır, çünkü somut kanıtlar bulunmadıkça, varsayımlarla, sayıltılarla hiç kimse tutuklanamaz. İsteksizdir, çünkü aynı koşullarda tutuklama yerine “adli denetim” yolunu önermektedir.

Zanardelli Raporu
Meslektaşlarım çok iyi bilirler ki, günümüz ceza ve ceza yargılama hukukları binlerce yıl süren acı deneyimlerin ürünüdür. Ortaçağ Fransa’sında “kralı öldürmeyi düşünmek” bile suçtu. Bunun sonucu da ister istemez işkenceydi ve işkence yasaldı, meşru idi. Günümüzde ise işkence, uluslararası metinlerde ve T. Ceza Yasası’nda zamanaşımına uğramayan en ağır suçlardandır (m. 94/6).
Ve T. Ceza Yasası, çağcıl ceza hukuku doğrultusunda, “töre dürtüsü” (m. 82/1-k), “haksızlık oluşturmak amacı” (m. 277), “hukuka aykırı karar vermesi için” (m. 288) gibi, Fransız ve İtalyan öğreti ve uygulamasının anlatımıyla “özel kasıt” arayan suçlar dışında insanların iç dünyasıyla asla uğraşmaz; uğraşamaz. Bu nedenle, 1926/765 sayılı Eski Türk Ceza Yasası’nın kaynağı olan İtalyan Ceza Yasası’yla ilgili 1887 tarihli Zanardelli Raporu’nun ünlü XIV’üncü paragrafında “İnsana özgü davranışların dürtülerini araştırmak, ceza adaletini ilgilendirmez” denmiştir.
Meslektaşlarım çok iyi bilirler ki, Türk Ceza Sistemi, bir zamanlar Hitler Almanya’sında ve Stalin Rusya’sında benimsenmiş, günümüzde tiksintiyle tarihin çöplüğüne atılmış olan, Adorno’ya “Aushwitz’ten sonra artık şiir yazılmaz”, Paul Celan’a “Ölüm, Almanyalı bir ustadır” dedirten; Soljenitsin’e “Gulak Takımadaları”nı yazdıran “fail ceza hukuku”na değil, “eylem ceza hukuku”na dayanır; “düşman ceza hukuku”nu da dışlar.
Meslektaşlarım çok iyi bilirler ki, hukukçuların tek bir efendisi vardır: Yasa ve onu irdeleyen hukuk.

Serhas ve Demaratus
Çarpıcı bir örnek vereyim. MÖ 484’te yaşanan ders verici bir olayı Herodot şöyle anlatır: Darius’un oğlu Serhas, babasının başarısız seferini başarmak ve onun öcünü almak için binlerce askerini gemilerle Çanakkale Boğazı’ndan Yunanistan’a geçirmiş; ordusu, geçtiği her yeri yakmakta, yıkmakta, kadın, erkek, yaşlı, genç ayırmadan herkesi öldürmektedir. Ama görüp tanık olduğu bir olaydan dolayı Serhas çok şaşkındır. Az sonra kesinlikle öleceklerini bildikleri halde bir avuç Ispartalı asker, kolayca kaçabilecek iken niçin hâlâ Thermophyle Geçidi’ni tutmakta ve direnmektedir? Serhas, Ispartalı Demaratus’a bunun nedenini sorar. Demaratus’un 2501 yıldır unutulmayan tarihsel yanıtı şudur: “Sizin askerleriniz sizden korktukları için savaşıyor ve insanları öldürüyorlar. Oysa Ispartalı askerler ölmekten korktuğu halde savaştan kaçmayı yasaklayan yasa’ya saygı duydukları için kaçmayıp savaşmaktadırlar.”

Barış meleği
Demaratus’un yanıtından yaklaşık 1100 yıl sonra üst mahkeme Başyargıcı Edward Coke da, bir hukuksal uyuşmazlığı çözmeye kalkışan Kral I. James’a, ABD Yüksek Mahkemesi’nin pirinçten kapısındaki kabartmalarda yer alan benzer sözleri söyleyecektir: “Davalar, hukuksal uyuşmazlıklar, İngiliz yasalarına göre yalnızca mahkemelerde çözülebilir. Kuşkusuz majesteleri hiçbir insana bağlı değildir. Ancak yasalara göre kral, hiçbir davada karar veremez ve herkes gibi yasalara uymak zorundadır.”
İşte böylesine sağlam ve sarsılmaz ilkelerin ışığında Coke’larca gerçekleştirilen adalete ve yargıya herkes, yani sadece Demaratus’lar değil, krallar bile inanır, güvenir ve uyarlar.
Ara söz olarak belirtelim ki, yaklaşık 35 yüzyıl önce bu topraklarda hüküm süren Hitit Kralı II. Tuthaliya, çıkardığı buyrukla/yasayla yargıçlara yansız olmalarını, rüşvet ve armağan almamalarını, yargı kararlarına uymayanların ölüm cezasıyla cezalandırılacağını duyurmuştur.
Kısaca her toplumda yargıya güven, tıpkı meşruluk gibi, “görünmeyen barış meleğidir”. Savcıların yurdu da, işte bu güven binasının bahçe katıdır.

SAMİ SELÇUK
Prof. Dr., Hukukçu



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları