Olaylar Ve Görüşler

Müfredatsız eğitim

06 Şubat 2017 Pazartesi

İçinde yaşadığımız toplumda inanılmaz hızda değişen kültürel eğilimler, bilgi yapıları, meslek tercihleri, teknolojik icatlar genç kuşağı anında etkiliyor ve fakat biz onlara 10 yıl öncesinin bilgi, değer ve becerileri ile seslenmeye çalışıyoruz.

2005’te Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve dönemin Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ziya Selçuk, çok iddialı bir çıkış yaparak Türkiye eğitim sisteminde bir devrim yapmaya soyunduklarını açıklamışlardı. Bu cüretli tavra göre hazırlanan “yeni”, “reformist” ve “çağdaş” müfredatlarla Türkiye’nin Cumhuriyet döneminden bugüne, Osmanlı tarihini yadsıyan, çoğulcu olmayan ve antidemokratik eğitim felsefesi değiştirilecek, geçmişin türlü modernist sorunlarına (lineer düşünme, ezbercilik, dikte, öğretmen otoritesi, tek tipçilik vb.) neden olan “Davranışçı” yaklaşım yerine “İnşacı” (Yapılandırmacı) perspektif getirilecekti. Cumhuriyet döneminden bu yana sistemin merkezinde olan “otoriter” öğretmen, öğrencide sadece belli davranışlar yerleştirmek bakımından elinde tuttuğu inisiyatifi öğrenciye devredecek, kendisi sembolik bir konumda yer alacaktı.
Eski eğitim felsefesi, iddiaya göre, hiyerarşik, tek yönlü ve antidemokratik idi ve Newtoncu bilim anlayışına dayandığı için tek doğru otorite olarak bilimi görüyor, diğer bilme biçimlerini (geleneksel bilgi, bilgelik, din vd.) dışlıyor, mutlaklık ve kesinlik adına hayata tek yönlü bakıyordu. Oysa görelilik teorisi ile “doğru”, bakış açımıza, zaman ve mekana göre değişiyordu; evrende “düzen” yerine az-çok “kaos” vardı, düz ilerleme yerine iç içe geçmeler, salınım ve geriye dönüşler söz konusuydu. Newton fiziği üzerine temellenen modern bilim paradigması, geçerliliğini yitirmişti. O halde eğitimde öğretmenin otoritesiyle temsil edilen yukarıdan, hiyerarşik ve davranış değiştirmeye dayalı tek biçimli pedagoji yerine başka bir şey konulmalıydı.

Neler düşünülmüştü?
Böylece 2005 müfredat reformuyla öğretmen daha çok “rehber”, “yol gösteren”, “mentor” konuma itilerek öğrenci merkeze çekilecekti. “Öğrenci merkezli eğitim”, “otantik değerlendirme”, “çoklu zekâ”, “bilgi inşa etme”, “beceri kazanma” gibi yenilikler hep öğrencinin kendisine inisiyatif tanıyacaktı. Öğrenci, evde ve sınıfta yapacağı proje ve performans ödevleriyle yeni bilgiler inşa edecek, öğretmene göre inisiyatif kazanacak, kısaca yaratıcı olacaktı. Öğretmen bilgi öğretmek yerine öğrenmeyi öğretecek, öğrencinin aktif olabilmesi için ona çeşitli beceriler kazandıracaktı. Bu aşağıdan kurulan yaklaşımla öğrencinin sesinin daha fazla çıkacağı, kazanacağı bilgi, değer ve becerilerle yaratıcılığının gelişeceği düşünüldü.

Başarısızlığın nedenleri
Epey emek verilen, uluslararası uzmanlara danışılan, pilot çalışması yapılan, medyada büyük sükse kazanan, liberallerin ağzını kulaklarına vardıran 2005 Müfredat Reformu başarısız oldu, ki şimdi yenisi yapıyoruz. Peki, neden başarısız oldu? İlk olarak, bu sisteme uygun öğretmen yoktu ve kısa vadede de yetiştirilemezdi. Meslekte uzun yıllar deneyim kazanmış öğretmenlerin çoğu, İnşacı yaklaşımı ya anlamadı ya da anladıysa bile gereğini yapacak ne bilgi ve bilince ne de materyal ve zamana sahipti. Yani yukarıda teorik olarak tasarlanan müfredat, aşağıda uygulamada bir karşılık bulamadı. Öğretmenler, çok fazla zaman alan -çünkü her öğrenci için bir portfolyo doldurmak ve her gün çok sayıda fotokopi çektirmek, her öğrenciyi bire bir takip edip onun proje ve performans ödevlerini değerlendirmek gerekiyordu vb. emek ve dikkat isteyen yeni sistemi uygulayacak ne bilgi birikime ne de isteğe sahipti. Çoğu öğretmen yeni müfredatı kısmen uygularken genellikle “bildiğini okudu”.

Başarısızlık listesi uzun
İkinci olarak, devlet yeni sistemin gerektirdiği altyapıyı okullara sağlayamadı; materyal eksikliği, okulda gerekli mekânsal düzenlemenin yokluğu gibi çok sayıda neden müfredatı uygulamada zorlaştırdı. Üçüncü olarak veliler, yeni müfredatın pratik-beceri temelli olması ile okul giriş sınavları için gereken test tipi hazırlık arasında bir tutarsızlık olduğunu öne sürüp yeni sistemi yeterince sahiplenmediler. Dördüncü olarak çoğu veli, yüksek not alsın diye çocuğunun proje ve performans ödevlerini bizzat yapma yolunu seçti; böylece sözde merkezdeki öğrenci yeni bilgiler inşa edip beceriler kazanamadı, yaratıcılık lafta kaldı. Beşinci olarak, 2005 müfredatında hedef kazanım olarak listeye çok fazla beceri konulmuştu ve bunların hepsinin gerçekleşmesi hayaldi. Başarısızlığın listesi oldukça uzun.

Zamana uygun değil
Şimdi aynı anlayış yeni bir müfredat hazırladı, bu gidişle daha çok hazırlanacak gibi. MEB sayfasında ilan edilen taslak programın gelen eleştiri, öneri ve değerlendirmelere göre revize edileceği duyuruldu ki, bu gayet olumlu bir adım. Fakat mesele, müfredatlarda din dersinin zorunlu olarak yer almaya devam etmesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi’nin ders olarak çıkarılması, Darwin’in evrim teorisine yer verilmemesi vb. değil. Asıl mesele, MEB’in yaptığı müfredatların statik, değişmez ve gelişimlere uymayabilecek kalıpsal yapısının hayatın zenginliği, değişkenliği ve esnekliği karşısında kısa bir süre sonra ihtiyaçları karşılayamayacak olması. İçinde yaşadığımız toplumda inanılmaz hızda değişen kültürel eğilimler, bilgi yapıları, meslek tercihleri, teknolojik icatlar genç kuşağı anında etkiliyor ve fakat biz onlara 10 yıl öncesinin bilgi, değer ve becerileri ile seslenmeye çalışıyoruz.

Finlandiya örneği
Bugün Finlandiya gibi ülkeler resmi, yukarıdan ve tek tip olarak hazırlanan müfredat kalıbının hayatın canlılığı, öğrencilerin anbean değişen beceri ve eğilimleri, günlük yaşamda karşılaşılan atipik olayların çözülmesi açısından yanlış ve yetersiz görüp “müfredatsız eğitim” modeline geçmek üzere. Pratik temelli, olay bazlı ve çok nedenli yöntemlerle öğrencilere hayatın herhangi bir alanındaki sorun üzerinden deneyimlere dayanarak (learning by doing) verilecek öğrenme kalıbı, öğrencide yaratıcı, yenilikçi ve üretken bir formasyon yaratabilir.
Klasik şikâyettir; çoğu öğrenci, “Bu bilgi ne işime yarayacak?” diye sorar. Haklıdır öğrenciler; bizim müfredatlar aşırı bilgi yüklüdür, o yüzden ezbercilik hâlâ temel öğrenme biçimidir. Eğer öğrenciye paketprogram bilgi yüklerseniz, o da size Paulo Freire’in “bankacı eğitim modeli”nde olduğu gibi, aldığını olduğu gibi geri vermeye çalışacaktır. En iyi yaklaşım, müfredat olarak bilgi-yoğun bir program değil, kaba, genel ve evrensel bir ilkeler çerçevesi çizip müfredatı “müfredatsız eğitim”e göre dizayn etmektir.
2005 Müfredat reformu, ne eğitimde bir felsefe değişikliğini sağlayabildi ne de “öğrenci merkezli pedagoji” ile İnşacı yaklaşımı (bilgiden bilgi inşa etme) gerçekleştirebildi. Böylece ezbercilik devam etti, test türü sınavlar sistemin merkezinde yer almayı sürdürdü, akademik başarı artmadı, öğretmenler kendilerini geliştiremediler. Bunun asıl nedeni de, öğretmeni antidemokratik ve bilim karşıtı bir çerçeve içine hapsedip onun özerk, demokratik ve gelişimsel davranmasını engellemekti. Yeni müfredat da 2005’te yapılan gibi muhtemelen başarısızlığa uğrayacaktır.  

KEMAL İNAL
672 sayılı KHK ile Gazi Üniversitesi’ndeki
görevinden ihraç edilen
akademisyen, Doç. Dr.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları