Olaylar Ve Görüşler

İnsanlığın güzel dostları

02 Haziran 2016 Perşembe

Orhan Kemal’in ölümünün 46, Nâzım Hikmet’in 53. yılında onların
bıraktıkları eserler bize yol göstermeye, ufkumuzu açmaya, insanları
sevmeye ve umudumuzu canlı tutmaya devam ediyor.

Bursa Cezaevi’nde yıllarca 52. Koğuş’ta birlikte yatmış, aynı mücadelenin içinde olarak düşüncelerini kâğıda dökmüş şiir ve düzyazı ustası iki insanın dostluklarını, Orhan Kemal’in cezası bittikten sonra da mektuplaşarak devam ettirmeleri bu yazıyı yazmama neden oldu.
Onları bizden ayıran haziran ayında, babamın Nâzım Hikmet’e yazdığı ve elime ulaşan tek mektubu ile üstadın ona verdiği ders niteliğindeki cevaplarla, bu iki güzel insanı selamlamak istedim.
Dostların samimi sözleri
Eylül 1943’te hapislik bitip Adana’ya döner dönmez yazdığı ilk mektupta sıcaktan söz eder, “Bugün şimdi şu anda, şu satırları yazarken evde, evin damındayım. Hava müthiş sıcak. Ama bildiğin gibi değil. Hani elli ikinci koğuşta en sıcak ayların, tahtakurusu dolu, insanı boğan geceleri vardır; aynen öyle. Gecelik entarimin altındaki çıplak bacaklarımı birbiri üstüne attım. Aradan dakika geçmedi, ılık ve sinirlendirici bir ter yapış yapış sıvandı.”
Nâzım Hikmet de Bursa’da soğuktan şikâyetçi, “Burda havalar soğumaya başladı. Ben yün çorapları çektim, takunyaları giydim. Sen orda sıcaktan bahsediyorsun, birbirinden bu kadar ayrı iki dünyada mı yaşıyoruz?” Ya özlem? “Emin ol, senin yokluğunu müthiş bir yara acısıyla içimde taşıyorum ve uzun senelerde taşıyacağım. Sen yalnız imanlı bir sanatkâr değil, hepsinden daha fazla insandın, dosttun. Senin büyük dostluğunu senden ayrılmakla bütün realitesiyle duyuyorum. Bazen sükût en beliğ ikrar veya ifade tarzıymış. Susacağım üstadım, seni hapishane duvarları arasına bırakmak azabının bütün ıstırabını içte çekiyorum.”
Özlem mektuba yansıyor
Üstat da özlemini mektubunda yansıtıyor, “Seni her dakika anıyorum. Burda beraberken seni dokuz on saat görmediğim olurdu. Fakat on birinci saatte göreceğimden gelen bir emniyetle umursamazdım. Şimdi burnumda tütüyorsun. Şöyle karşılıklı geçip edebiyattan, şiirden konuşmaya nasıl ihtiyacım var. Burda bu işleri hiç kimseyle konuşmanın imkânı yok. Zaten kimselerle konuşmuyor, kendimi çalışmağa vermiş münzevi yaşıyorum.” Adana’daki kardeşine yol göstermeye devam eder, “Gönderdiğin mecmualardaki şiirleri ve hikâyeleri okudum. Ne kötü şeyler. ‘Sen en son neslin en iyi şairi ve hikâyecisisin.’ Buna artık iyice kanaat getirdim. Ve dehşetli sevindim. Aman Raşit Fransızcaya çalışmayı ihmal etme kardeşim. Fransızcadaki terakkinle babanı şaşırtamadın, hiç olmazsa ben çıkıncaya kadar şunu öğren, karşımda bülbül gibi şakı da beni hayran bırak. Hapishane hasretini duymağa başlamışsın. Bu hasret esasında, arkadaşlık hayatını hapishanelerde -muayyen şartlar içinde tabii- ve kışlalarda çok kesif olarak yaşamak gelir. Her ne hâl ise, o da geçer ve zaman zaman uzak ve tatlı, fakat kuvvetlenmesi istenmeyen bir sızı halinde belirir, sonra büsbütün unutulur. Muhakkak ki yeryüzündeki en kuvvetli bağlardan biri de kafa ve yürek dostluğudur. Biz seninle öyleydik.”
Derin arkadaşlık
Orhan Kemal mektubunu bitirirken hapishanedeki üstada seslenir, “Bu kadar az şey içinde öyle mesudum ki üstat. Yalnız, evet yalnız seni orada, hapishanede düşünmek azabı! Gözlerinden öperim büyük ve insan dostum...”
Eylül ve Ekim 1943 tarihlerinde yazılan bu karşılıklı iki mektup, onların bize bıraktıkları derin arkadaşlığın bir belgesidir. Onlar halkın sanatçıları ve savaşçıları olmuşlardır. Halkının daha mutlu yaşaması için mücadele eden insanları anmak görevimizdir. Bu unutulmaz sanatçıları ölüm yıldönümlerinde hasretle anıyorum.  

IŞIK ÖĞÜTÇÜ
Araştırmacı-Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları