Olaylar Ve Görüşler

Cumhuriyet ve CAN(giller) (14.10.2018)

14 Ekim 2018 Pazar

Son haftalarda Almanya’da Cumhuriyet gazetesine karşı yapılan yargısız infazlar birçok şey hatırlattı. 

Alman Süddeutsche Zeitung’un 19 Ocak 1998 tarihli nüshasında, bir ara İstanbul’da gazetenin Türkiye muhabirliğini de yapmış Wolfgang Koydl diyordu ki:
“Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Şah’ın İran’ı, en az Türklerin Kemalist modelleri kadar dayanaklı görünüyorlardı. Ancak hepsi de dinsel veya etnik çekişmeler yüzünden yıkıldılar. (...) Lenin’in devleti 73 yaşındaydı, Yugoslavya 74 ve Atatürk’ün Cumhuriyeti, bu kritik yıl, 75 yaşına ulaştı... Türkiye her şeyden önce, her toplumsal ve politik gelişimini engelleyen taşlaşmış Kemalizmi kırmalı.”
Yani Lenin’in Sovyetler’i, Tito’nun Yugoslavya’sı, Şah’ın İran’ı yıkıldı; sıra Mustafa Kemal’in Türkiye’sinde!
Tespit çok tuhaf... Sovyetler Birliği etnik veya dinsel çekişmeler nedeniyle mi yıkıldı? Yugoslavya Tito öncesinde hangi etnik çatışmayı yaşıyordu? Şii İran’ı veya “Acem” İran’ı, Sünniler veya Acem olmayanlar mı yıktı?
Bu da, üstüne ne vazife idiyse Avrupa Parlamentosu’nun liberal demokrat İngiliz milletvekili Andrew Duff’tan:
“Diyarbakır ve diğer bölgelere özerklik verilmelidir... Türkiye Avrupa’nın hakiki partneri olabilmek için klasik milliyetçi Kemalizmle mücadele etmelidir... Kemalizm reforme edilmeli ve bu eski liderin fotoğrafları kamu binalarının duvarlarından indirilmelidir. Atatürk büyük adamdı, ülkesini batılılaştırmak istiyordu. Ancak 1920’lerden kalan birçok devletçi yapı hâlâ duruyor. Atatürk yaşasaydı AB ile üyeliği imzalar mıydı diye sormak lazım. Bence hayır. Sadece yasalar, anayasa değil, Kemalizm kültürü ve felsefesi de değişmeli.” (16 Eylül 2005, Brüksel, Türk gazetecilere yaptığı açıklama.)

Klasik milliyetçi...
Demek bir de modern milliyetçilik var... Demek klasik değil de modern milliyetçi olsaydı, Andrew efendi Mustafa Kemal’i ve Türkiye Cumhuriyeti’ni destekleyecekti. Öyle mi anlayalım? Andrew efendiye göre “klasik milliyetçilik”, antiemperyalizm... Biz de öyle biliriz. İngiliz emperyalizmine karşı çıkılmasından, Kurtuluş Savaşı’ndan 85 yıl sonra bile nefret ettiklerini gizlemeye tenezzül etmiyor İngiliz Andrew efendi! Bu kadar küstah!
Klasik’in tersi, karşıtı, ötesi modern ise, Andrew efendi İngiliz emperyalizmine itaat eden milliyetçiliği kastediyor demektir. Ama emperyalizme itaat eden milliyetçiliği de biz anlamaktan öte reddediyor, moderni bırakın klasik bile değil, ilkel buluyoruz!.
Batı’da resmi düzeyde devletlerin de Türkiye konusunda çok farklı düşündüğü söylenemez. Sadece Almanya’yı alalım: Almanya Ruzi Nazar, Enver Altaylı, Musa Serdar Çelebi gibi ülkücüleri de, Cemalettin Kaplan ve benzeri şeriatçıları da, birçoğunu BND (Alman istihbarat teşkilatı) elemanı olmaları karşılığında dört başı mamur ağırlayan, bu çerçevede ideolojisi filan olmayan, acımasızca pragmatik bir ülke.
Taner Akçam’ları, Can Dündar’ları, Aydın Engin’leri, istedikleri konuda istedikleri gibi tezvirat (yalan- dolan) yapacakları ölçüde baş tacı etmesine de çok değil, hiç şaşmamak gerek. Kuşkusuz hep demokrasi adına... Sanki, Almanya’nın hiç emperyalist düşünceleri yoktur, olmamıştır!
Peki kim bu “tac-ı ser”ler? Mesela Aydın Engin?..
Mustafa Ekmekçi’yi anmak üzere Uğur Mumcu Vakfı’nda düzenlenmiş bir toplantıda Engin de ha tiplerden biri. Ekmekçi’yle mesai arkadaşlıklarını, Ekmekçi’nin hangi üstün insanlık ve gazetecilik niteliklerine sahip olduğunu anlattı. Ben de Çağdaş Gazeteciler Derneği yönetim kurulunda Ekmekçi ile çalışmıştım. Ekmekçi de ben de Ankara gazetecisiydik. Onun hemşerisi, gazetecilik kültürü açısından, toplumsal kültür açısından çömeziydim. Beklediğim bir şeyi Engin’den duyamamıştım. Sordum:
“- Ekmekçi ‘çok para gazeteciyi bozar’ derdi. Söylemedin. Niye?”
Engin’in cevabı:
“- Ama az para da gazeteciyi bozuyor!..”
Engin’in para içinde yüzdüğünü sanmıyorum. Kendisini “bozulmuş” sayıyor mu?

Gazetenin yayın politikası
Son dönemde yargılanıp hapis yatan Cumhuriyet eşrafıerkânı, gazetenin yayın politikasını değiştirmekle suçlandı.
Hiçbir gazetenin yayın politikası dava konusu olamaz, savcıyı aslı ilgilendirmez. Sadece okuyucuları ilgilendirir!
Yargılanan Cumhuriyet eşrafı da kendilerini çok haklı olarak böyle savundu. Cumhuriyet’in vakıf senedindeki kuruluş ilkelerine bağlı kalıp yayın politikasını değiştirmediklerini söylediler. Ben öyle anladım.
Aydın Engin,
Cumhuriyet’ten ayrılır ayrılmaz Alman TAZ gazetesinin “Gazete yönetiminin değişmesiyle Cumhuriyet’e darbe yapıldığı söyleniyor. Siz bu ‘darbe’ tanımlamasına katılıyor musunuz” sorusuna şöyle karşılık vermiş:
“Hayır, ortada bir darbe falan yok... ultra Kemalistlerle daha özgürlükçü, daha demokrat, bağımsız gazetecilik yapmak isteyenler arasındaki mücadeleyi biz kaybettik.”
Engin açıkça Wolfgang Koydl’laşmış. Ama asıl önemlisi: bu sözlerin, kendi savunmalarını tekzip eden bir itiraf olması!.. Engin (ve tüm Cangiller) de gazetenin yayın politikasını değiştirmeye kalkışarak savcı gibi üstlerine vazife olmayan işe burun sokmuşlar; ama becerememiş, “mücadeleyi”, evet, “mücadeleyi” kaybetmişler! İşte burada sorulması gereken kritik soru:
Hani vakıf senedinde yazılı kuruluş ilkelerine uyup yayın politikasını değiştirmeye kalkışmamıştınız?!
Merd-i kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylermiş!
Alman basınındaki saldırıların “muhbir”leri oldukları anlaşılan Can Dündar ve Aydın Engin’in yazdırdıklarının özeti şu: Karanlık emelli, askeri çözüm heveslisi, Kürt düşmanı “muhbirler”, Erdoğan’ın gölgesi altında Cumhuriyet’i “saray gazetesi” haline getirdi!
“Aydın Engin” veri tabanıyla tarandığında, zamane “içtimai matbuat”ında görülen en kibar ifadeler, ak p-cemaat yandaşlığı, “yetmez ama evet”çilik... Ne, o pek “arkadaşım” göründüğü Hrant Dink davasında, ne Ergenekon davasında, ne diğerlerinde bir türlü AKP’ye ve cemaate toz konduramaması...

Askeri vesayet
Bütün Cangiller gibi Engin’in de solculuğu, kendi ifadesiyle Marksistliği “askeri vesayetin kırılması”, “aman da canım Kürtler”, “halk isterse şeriat de gelebilir” şeklinde özetlenebilecek ilkel, “made in USA” ve/ veya “made in EU fanatik demokratlık” dar alanına sığabilecek kadar küçülmüştür. Askeri vesayet yıkılsın, Kürtler özgür olsun da ister şeriat gelsin, ister birileri hapiste çürüyüp ölsün!..
Samuel Huntington “Medeniyetler Çatışması” başlıklı çalışmasında, çatışmanın Müslümanlık ve Hıristiyanlık arasında olduğuna hükmediyor. Atatürk ve kurduğu Cumhuriyet Türkiye’si, profesörün bu fetvasından sapmıştır. Türkiye gibi bir Sünni Müslüman ülkenin muasır medeniyet, Atatürk devrimleri diye tutturması haddini aşmadır! Türkiye Arap ve en çok İslam dünyası liderliğiyle (lutfetmiş Şeyh Samuel!) yetinmelidir!
Cangillerin, Wolfgang Koydl’ın, Andrew Duff’ın, Samuel Huntington’ın söylediklerinin; bütün cemaat ve tarikatlerin, Kürdilerin söylediklerinden, Gülen’in, AKP’nin, Recep Erdoğan’ın söyleyip yaptıklarından, pek azı kalmış yapamadıklarından farkı var mı?!
Öyleyse kim, Beştepe, (hatta) Londra, Paris, Bonn, Brüksel, Washington vs. saraylarının soytarısı?!..

Bir başka şeyh
Akın Atalay... Bir başka kerameti kendinden menkul şeyh!
MİT TIR’ları haberi hazırlanırken bunun gazeteyi çok zor durumda bırakacağını söylediği rivayet olunan Atalay...
Atalay mesleği gereği hukuk noktasından hareket etmiş.
Oysa burada önemli nokta gazetecilik! Başka gazetede aylar önce yayımlanmış, yani atlanmış bir haber, koskoca genel yayın yönetmeni imzasıyla mı verilir? İlle Cumhuriyet’te tekrarlanacaksa, yeterli olgunluğa, bilgeliğe erişmiş genel yayın yönetmeni bir ağabeylik yapar, verir genç muhabirlerden birine, onun imzasıyla yayımlanır. Hatta hiç imza kullanılmaz. Hele manşet '68iç olmaz!
Can Dündar’ın, gazeteciliğe dün başlamış çömez gibi manşet olmaya ihtiyacı mı varmış! Bu nasıl görgü fukaralığı!
Gazeteci olmayan Atalay’dan elbette bunlar söylemesi beklenemezdi.
Sadece hukuk müşaviri iken, İlhan Selçuk’un sonsuza göçünden sonra vakıf senedinde de olmamasına karşın icra kurulu başkanlığını icade ederek oraya fırlamasını “reis” olmak sanıp, Cumhuriyet’te “PKK bir terör örgütü değil özgürlük hareketidir” diye yazabilecek Nuray Mert’i, “ben Cumhuriyet’le nasıl bir arada olacağım? Nasıl uyuşacağım? Olmaz!..” itirazına rağmen “gazetenin dar vizyonunu genişletmek” adına gazeteye getiren Atalay...
Gerçekten cansiperane bir “mücadele”(!) de değil adeta “savaş” vermişler!
Vakıf ilkelerini oluşturan Yunus Nadi’nin, Nadir Nadi’nin, İlhan Selçuk’un bile gösteremeyeceği bu cüreti, Atalay uyduruk icra kurulu başkanlığından mı almış?  

DEVAMI YARIN

ALİ TARTANOĞLU



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları