Olaylar Ve Görüşler

Bekleyip susun efendiler!

10 Haziran 2017 Cumartesi

Tamam anladım. Adalete, hukuka, anayasaya vurgun değilsiniz. Ama adalete saygılı olun! Anayasaya uyun! Birincisi, etik bir ödev; ikincisi, anayasal bir görevdir.

 

 

SAMİ SELÇUK

Benzeri satırları bir yıl önce de yine bu sütunlarda yazmıştım. Yeniden anımsatmaya zorlandığım için üzülüyorum. Edward Coke’un (1552-1634) Üst Mahkeme başyargıcı olduğu ve Başpiskopos Richard Bancroft’ın üst mahkemelerin kilise mahkemeleri üzerindeki denetimini kırmaya çalıştığı dönemde Coke ile Kral arasında 1612’de adalet tarihinin ders verici olaylarından ve konuşmalarından biri yaşanmıştır.
Dinsel olmayan bir suç nedeniyle Kilise Mahkemesinin yetkisini aşarak birini tutuklamak ve laik mahkemenin bunu önlemek istemesi üzerine olaya el koyan Kral I. James ve Başpiskopos Bancroft, şu görüşte birleşirler: “Kral, kral adına hüküm kuran yargıçların yerine geçerek her zaman karar verebilir.”

Coke’un cevabı
Buna karşılık İngiliz Üst Mahkeme Başyargıcı Coke, “Kral, İngiliz hukukuna göre hiçbir davada asla karar veremez. Dava, hukuka göre yalnızca mahkemelerce çözülebilir” diyerek buna karşı çıkar. Doğa ve akıl üzerine öğrenim gören Kral, hukukun akla dayandığını ve uyuşmazlığı çözmek için bunun yeterli olduğunu söyleyince Coke, Kralın doğa hakkında kuşkusuz yetkin bir bilgisi olduğunu, ancak uyrukların yaşam, miras ve mallarına ilişkin davaları çözmek için doğal aklın yetmeyeceğini, uzun deneyimler sonucu elde edilen hukuksal akla gerek bulunduğunu belirtir. Kral bu görüşü reddeder ve kendisinin yasalara bağlı kılınmasının ihanet olduğunu söyler.
Bunun üzerine Başyargıç Coke, Krallık Kurulu’nun önünde, Kral’la çatışmayı göze alarak, adalet tarihine geçen şu yanıtı verir: “Kuşkusuz majesteleri hiçbir insana bağlı değildir. Ancak, herkes gibi Kral da yasalara uymak zorundadır.”

Coke’tan sonra
Edward Coke’un sonraları özdeyişe dönüşen ve “hukukun üstünlüğü” yerine “üstünlerin hukuku”nu savunanlara verdiği bu ders verici yanıt, ABD Yüksek Mahkemesinin adalet tarihinin ünlü olaylarını yansıtan pirinç kapısındaki kabartmalardan biriyle insanlığın hukuk bilincine kazınmıştır. Roma hukukundan bu yana yaşanan tarihsel süreçte, Başyargıç Coke’un uyarısını gerçekleştirebilen uygar toplumlar, günümüzde hukuk ve yargı bağımsızlığı bilincine ulaşmış “hukuk toplum”ları olarak nitelendirilmektedir.

Hukuk toplumları
Bu toplumların özellikleri şudur: Bir suç işlendiğinde bu toplumların devletleri, o kişiyi yalnızca yasama ve yürütmeden değil, yönetenlerden ve sokaktaki insandan da bağımsız olan yargının önüne taşır; o kişinin yükletilen suçu işleyip işlemediğini belirlenmesini ister ve yargıçlara der ki:
“Suçlanan kişi, bir nesne, eşya değil, saygınlığıyla, haysiyetiyle birlikte donanımlı ve şerefli bir hukuk öznesidir. Sanığa yetkin bir savunma olanağı vererek, ‘insan (özne) için konmuş hukukun’ (hominum causa omne ius constitutum est) içinde kalarak ve dış dünyaya kulaklarını tıkayarak, duyu organlarınla doğrudan ve yüzyüze iletişime geçtiğin tanık, belge, bulgu vb. kanıtlara başvurarak onu herkesin gözü önünde yargıla, hiçbir gücün, erkin etkisinde kalmaksızın özgür vicdani kanına göre yüzde yüz suçlu olduğuna inandığın takdirde mahkûm et, tersi durumda ise kesinlikle akla!”
Hukuk devletleri, bunları dedikten sonra geriye çekilir, sonucu sabırla ve sessizce bekler. Evet, hukukun üstünlüğünü ve yargının/yargılamanın bağımsızlığını hukuk ve adalet bilinciyle ve sağduyuyla içselleştirmiş uygar toplumlarda değişmez durum budur. Ama gelin görün ki, Türkiye’de yaşananlar bambaşkadır.

Hüküm kurmayın
15 Temmuz 2016’da bir kalkışma olmuştur. Açılan davarlarla ilgili yargılamalar Ankara ve İstanbul’da sürmektedir. Sanık sayısı çoktur, yargıçların işi yorucu, sorumlulukları ağırdır. Bu yargılamanın sonucunda suçun hukuktaki adı ve kimlerin suça katıldıkları belirlenecektir. Amaç da budur zaten.
Ne var ki, her Allah’ın günü hemen herkes, bu konuda yargıçların yerine geçerek basın organlarında hüküm kurmaktadır. Bunların arasında hukukçuların, bilim insanlarının bulunması ise ayrı bir sorundur; bilinçsizlik ve utanç örneğidir!
“Susma hakkı” bulunan her kuşkulu ya da sanık, her tür savunmaya başvurabilir. Bu yadırganası, alay edilesi, kınanası bir durum değildir. Ama bizde tersi oluyor; savunmalarla yüksek sesle alay ediliyor. Bu alaycı sözler de bilinçsizce alkışlanıyor.
İlkin herkese, yargılamalarla ilgili değerlendirme heveslilerine ve özellikle anayasaya uyacaklarına ilişkin şereflerini ortaya koyarak ant içenlere anayasanın çoğu '64evletin anayasasında yer alan hükümlerini anımsatmak isterim:
“Yargı(lama) yetkisini bağımsız mahkemeler kullanır” (m. 9, 138). “Suçluluğu (mahkemece) hükmen belirleninceye değin kimse suçlu sayılmaz“ (ünlü ve küresel suçsuzluk karinesi, m. 38). “Yargıçlar, görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, yasaya ve hukuka uygun olarak vicdani kanılarına göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci ya da kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz ya da herhangi bir demeçte bulunulamaz” (m. 138).

Tarihte benzeri yok
Sonra da onlara ve halkımıza şunları söylemek isterim: Cumhuriyet döneminde hiçbir zaman yargıçlar, kararlarını etkileyecek böylesine yersiz ve hastalıklı tartışmalarla kuşatılmadılar. Yargıçlar adına hiçbir dönemde hükümler kurulmadı. Yargı hiçbir dönemde bu denli güven kaybı yaşamadı, işlevsizleşmedi ve silikleşmedi.
Siz istediğiniz kadar “yargı bizde bağımsızdır” diye yırtının. Asıl olan, AİHM’nin kararlarında vurguladığı üzere, yaşanandır, “görünen/ görülebilir olan”dır (visible).
Yargıç olmalarını salık verdiğim öğrencilerim bile bunun ayrımında. “Bu koşullarda yargıçlık yapmamızı öneriyor musunuz” diye soruyorlar. Kaygılar, tasalar, üzüntüler içindeyim. Oysa sekiz, on yıl öncesi böyle bir sorunsalla ve soruyla hiç karşılaşmıyordum. Elbette 15 Temmuz olayı bir suçtur. Ancak bu eylemin hukukumuzdaki adını koyma, suça kimlerin katıldığını belirleme yetkisi ve tekeli, duruşma yargılamasını yapan yargıçlara; belirlendikten sonra kararın sağlıklı olmasını sağlama tekeli de yalnızca yargıya aittir.
Yineleme pahasına söylüyorum. Unutmayın. Uygar bir toplumda yalnızca “yargıç, (sadece) yasanın/hukukun dilidir” (judex est lex loquens).
Lütfen hiç kimse dışarıdan gazel okumasın ve uygar yüzümüzü lekelemesin. Başyargıç Coke’tan 405 yıl sonra adalet, hukuk, ulusum adına sizlerden rica ediyorum, efendiler: “Görmeyin, duymayın, konuşmayın!” Tamam anladım. Adalete, hukuka, anayasaya vurgun değilsiniz. Ama adalete saygılı olun! Anayasaya uyun! Birincisi, etik bir ödev; ikincisi, anayasal bir görevdir. Evet. Yargılamalar bitinceye değin üç maymunu lütfen sizler oynayın. Sonra da ne isterseniz yapın. İstediğiniz kadar görün, duyun, konuşun, öfkelenin, bağırın, çağırın!  

SAMİ SELÇUK
Prof. Dr., Hukukçu



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları