Olaylar Ve Görüşler

Aydınlığı seçelim!

03 Ekim 2018 Çarşamba

Kültür varlığımızın tarihi geçmişten geleceğe bir süreklilik olarak tanımlanır. Uygarlık dünyasındaki yerimizi ve sıramızı bilmek için kuşkusuz geçmişimizi araştırmalıyız. Geçmişimizi bilelim, tartışalım ama geçmişimize takılıp kalmayalım

 

“Her olumsuzluk cehaletten” ise yakınmakla yetinmemeli, kurtuluşun yollarını arayıp bulmalıyız. Tümüyle değilse bile kara cehaletten kurtulmuş ya da cehaleti bir ölçüde denetim altına almış toplumlar var, biz de denemeliyiz. Doğan Kuban, yorulup usanmadan, Osmanlı mirası cehalet üzerinde duruyor. Coşkun Özdemir bu sayfada çarpıcı bir cehalet dökümü yaptı. Erdal Atabek, Tehlikeli Cehalet’ten sonra, Cumhuriyet’teki köşesinde haftalık kurtuluş reçeteleri sunuyor. Özetle, cehaletin çağdışı kalmış eğitim kurumlarınca beslendiğini söylemek yanlış olmaz.
Kültür varlığımızın tarihi geçmişten geleceğe bir süreklilik olarak tanımlanır. Uygarlık dünyasındaki yerimizi ve sıramızı bilmek için kuşkusuz geçmişimizi araştırmalıyız. Geçmişimizi bilelim, tartışalım ve değerlendirelim ama geçmişimize takılıp kalmayalım. Devlet Ebed Osmanlı’nın matbaada kitap basmadaki 300 yıllık gecikmesini asla kapatamadık. Çağdaş ülkeler arasında en az okuyan toplumlardan biriyiz.
Kuranıkerim’i doğru yorumlamayı savunan Yaşar Nuri Öztürk, kitabın geçerliğini değil, sanırım, saygınlığını korumaya çalışıyordu.
Her şeyin hızla değiştiği dünyamızda binlerce yıllık inançların harfine dokunmadan geçerliği nasıl savunulabilir?

İnanç ve değerlerin ana kaynağı
Değişen kültürlere direnen bazı hakikatlerin, doğaüstü tanrılardan gelmesi şart değildir. Uzakdoğuda inanç ve değerlerin ana kaynağı tanrılar değil; Lao-Tze, Konfüçyüs ve Buddha gibi bilge kişilerdir.
Devrimci Mao,
Konfüçyüs’ün [kadınlarla ilgili] tutucu görüşlerini aşamayışından yakınmıştır. Daha açık bir deyişle, öğrenelim ama şanlı geçmişimize tutsak olmayalım.
Tanrı devleti mi yoksa Dünya Devleti mi? Hangisinin yurttaşı olduğumuza hiç gecikmeden karar verelim. Çünkü bu iki devletin değerleri, erdemleri tümüyle uzlaşmıyor. Yakınlarda medyaya düşen ve kabul gören ‘hakikatertesi’ (post-truth) vb. kasıtlı çarpıtmalardan sakınmalıyız. Batı dillerinde değişen gerçek (realite) ile değişime direnen hakikat (verite) ayrımı vardır. Teknoloji devrimi, bir bilgi toplumunu yaratamadı ama, var olanı yıpratıp yozlaştırıyor.

Bedeli çok ağır olan cehalettir
Tarihimizi araştırıp öğrenmek, geçmişte yaşamak ya da geçmişi sil baştan inşa etmek değildir. Osmanlı, İslam öncesi tarihimizi Macar tarihçilerden öğrenmişti. Cumhuriyet, İslamı doğru yorumlamaya çalışıyor. Halil İnalcık, Osmanlı’nın Kuruluş Tarihi’ni yazdıktan sonra duraklama ve çöküş dönemlerinin tahrif edildiğinden yakınmıştı.
Günümüzde seçkinlerin daha seçkinleri, cahillerin kara cahilleri var. Aydınlanma gibi cehaleti de tarihten öğreniyoruz. Geçmişte yaşamayı önermek, bir hak veya özgürlük değil, bedeli çok ağır olan cehalettir. Gerçi gelişmiş toplumlarda bile cadılar, büyücüler, falcılar, muska yazanlar, müneccimler, hatta Mesih olduğunu söyleyen sapıklar vardır ama ülke yönetimine aday olamayan bu kişiler, canlı müzelerdir. Alain Touraine, laiklik, ötekileştirmeyen demokratik toplumun ön koşuludur diyerek hiç üstünde durmuyor ama bir örnek vermekten de dikkatle kaçınıyor. Yine de umutsuzluğa kapılmayalım.
Uygarlığın yapı taşı kabul edilen aile, ne yaptığını bilmeden, karşı cinsten biriyle dünya evini giren, gecikmeden ana-baba olabilen gençlerle kurulur. Kişi, temel kişiliği ile dünya görüşünü okulöncesi çağda annesinden öğrenir. Ömrü boyunca değiştiremediği kişiliği ile sürekli değişen toplumuna uyum sağlamaya çabalar. Bu süreçte, Annelerin kişiliğe katkısı yüzde 60’lardan yüzde 90’lara çıkarıldı. Artık, okulöncesi okullara gerek kalmadı; anneyi eğitin yeterlidir deniyor. “Yedisinde neyse yetmişinde O’dur, Huy canın altındadır” özdeyişleri evrenseldir. “Kişiliğim kaderimdir” deyişi Alman diline yerleşmiştir.

Ana erkil düzene dönülebilir mi?
Nüfusbilim uzmanı Aykut Toros (HNEE, 1993), laik bir lise eğitimi alan kızların yükseköğretim düzeyinde bir dünya görüşü ve kişilik kazandığını savunan bilimsel araştırmalar yayımlamıştır. Erkek egemenlerin doğru dürüst yönetemediği dünyamızda, Babaerkil düzeni bırakıp Anaerkil düzene dönülebilir mi? Hukuk Tarihçisi J. J. Bachofen (1861), tarım yerleşmelerinden önceki avcılık çağında, atalarımızın Ana Hukuku ile yönetildiğini yazmıştı. Çağdaş Japonya’da Samuraylar değil, aileye egemen kadınlar yönetiyor toplumu. Ana hukukuna dönme zamanı geldi mi? Hayır diyen elleri görüyorum. Kuşkusuz güç ama bazı kuzey ülkelerinde kadınlar yürütme erkini ele geçirdiler. Michael Moore, “Kapitalizm: Bir Aşk Öyküsü” filminde, 2007-8 ekonomik krizinde, İzlanda’da batmayan bankayı kadınların yönettiğini belgelemiş. Aynı kadınlar şimdi ülkeyi de yönetiyormuş.
Saçı uzun aklı kısa kadınların yönetimde görev alması, çağların en büyük kültür devrimi olabilir. Ülkemizde, anaerkillik, kadına ve çocuklara yönelik taciz, tecavüz ve örtülü ensest vb. olaylar ile cinayetleri tümden durdurmasa bile azaltabilir mi? Merak ederim.
Nereden, nasıl başlayalım? İlk aklıma gelen, her aynanın sapına bağlı küçük bir kitapçık olabilir! TV yayınında beğenildiğinde ya da övgü aldığında, elleri saçına gitmeyen türbansız bir kadın kalmış mıdır? Bilemiyorum. Böyle bir yurttaşlık görevini üstlenecek öncü gençleri ciddiye alıp desteklemek barışçı sosyal demokrasinin tarihi görevi olmalıdır. CHP kuruluşundan bu yana cehaletle savaşmaktan geri kalmadı ama sanayileşmede geç kalmış bir toplumda ancak bu kadar yol alabildik.
DPT’nin ilk yıllarında, çağdaşlık kentlerde gerçekleşti. İç göçleri destekleyelim, diyorduk. Dolmuşlu, gecekondulu, gökdelenli, arabesk, kentler yarattık. Kentleştik ama kentlileşemedik.
Burak Cop, “Dünya solu otoriterliğe çözüm arıyor” yazısında, Gelişmiş ABD’de kendini ‘demokratik sosyalist’ olarak tanımlayan Sanders’in ‘sağ popülist liderlerle ortak paydalarına’ değinirken; Yunanistan’da yazar Varufakis, otoriter sağ hükümetlerin ‘Milliyetçi Enternasyonel’ oluşturduğunu tespit ediyor. Özdemir İnce, “Nasıl işçi olunur” konulu son köşe yazısında, yurdumuzun yapısal çelişkisini şöyle açıklıyordu: İşçilerimiz, “Çalıştıkları ülkelerde sol partilere, Türkiye’de AKP’ ye oy veriyor!” Cehaletten kurtuluştaki başlıca engelimiz, sanırım burada, toplumun kutuplaşmasında değil.
Hayatın anlamı yaşamaktır. Gelin, aydınlığı seçelim!  

Bozkurt Güvenç



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları