Olaylar Ve Görüşler

Avrupa’da 13 yıl geriye

28 Nisan 2017 Cuma

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin aldığı kararla Türkiye’nin ‘gözetim süreci’ seviyesine gerilemesinde, hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın sorumlu olduğu kadar, özellikle AB ülkelerinin kimi liderlerinin ve kurumlarının da sorumluluğu var.

 

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde (AKPM) ülkemiz açısından tarihi ve son derece üzüntü verici bir karar alındı. AKPM, demokratik kurumların Avrupa standartlarında işlememesini gerekçe göstererek Türkiye’nin 2004 öncesi olduğu gibi yeniden siyasi ve hukuksal planda bir “gözetim sürecine” alınmasına 45’e karşı 113 oyla karar vermiş olması, Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkileri, demokrasi ve hukuk devleti açısından temel ve evrensel Avrupa değerlerinde geriye gidişin bir neticesidir.

Geriye gidişler
Görüşmelere konu olan ve bu amaçla hazırlanan “Türkiye’de Demokratik Kurumların İşleyişi” başlıklı rapor ve beraberindeki karar tasarısında Türkiye’nin Avrupa Konseyi (AK) üyeliği kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmediği, basın özgürlüğünün güvence altında olmadığı, OHAL sonrası antidemokratik uygulamalar, KHK’ler ve 16 Nisan anayasa değişikliği ile bu yükümlülüklerinden uzaklaştığı ileri sürüldü. Görüşmelerde Türkiye’nin 13 yıl öncesinin de gerisine gittiği kanaati öne çıktı. Hükümet tarafından verilen ve ülke gerçekliğini yansıtmayan önergeler kabul edilmedi.

AKP’den ibaret değil
Türkiye’nin, AB hedefinden koparılmasına dönük hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın politika ve uygulamalarını reddetmekle birlikte AKPM’nin bu kararı kabul edilemez. 16 Nisan halkoylaması sonucu, Türkiye’nin sadece Adalet ve Kalkınma Partisi’nden ibaret olmadığını ortaya koydu. Hükümetin iç siyasi ve kişisel çıkarlar uğruna Avrupa ülkeleri ile olan köklü diplomatik ve siyasi ilişkilerimizin kontrollü bir şekilde tahrip edildiği bir sürecin ardından, kurucu ülkeleri arasında olduğumuz AK’nin aldığı bu karar ile Türkiye’nin itibarı bir kez daha zedelendi. Kendi şahsi çıkarlarını ülke çıkarlarının önünde gören bir siyasi anlayışın ülkeye hâkim olması nedeniyle, AK kurumsal yapısı içindeki varlık nedenimiz sorgulanır hale geldi.

Demokrasi liginde düştük
Bu karar hiç kuşkusuz resmi aday ülkesi olduğumuz Avrupa Birliği ile olan stratejik ilişkilerimize de büyük zarar verecektir. 60 yıllık AB stratejik üyelik hedefimizin gereği olan hukuksal taahhütlerimiz olan üyelik kriterlerinden en önemlisi olan demokratik işleyen kurumsal yapılarımız tamamen tahrip olurken hukuk devletinden de iyice uzaklaşıldı ve demokrasi liginde küme düştük. Alınan bu karardan ve ortaya çıkan sonuçlarından birinci derecede sorumlu, 15 yıldır tek başına ülke ve dış politika yönetiminde olan hükümet ve Cumhurbaşkanı’dır. Kişisel görüşlere, günün haliyet-i ruhiyesine ve iç politika gündemine göre şekillenen günübirlik çıkışlar, kısa vadede bir siyasi kişiliğin veya bir siyasi partinin kazanmasını sağlarken uzun vadede kaybedenin Türkiye ve 80 milyon yurttaşımızın olduğu savı da geldiğimiz kritik noktada bir kez daha ispatlandı.

Uyarılar dikkate alınmadı
Bağlı ve yükümlü olduğumuz uluslararası anlaşmaların gereğini yerine getirmememiz, adalet, hukukun üstünlüğü, insan hakları, demokratik işleyen kurumsal yapılar ekseninde kuvvetler ayrılığı ilkesi gibi temel alanlarındaki geriye gidişler nedeniyle aslında bu karara çok da şaşırmamak gerekiyor. Son beş yıldır Avrupa Birliği tarafından açıklanan ilerleme raporlarında Türkiye’nin bu alanlarda bir ‘geriye gidiş’ sürecinde olduğu tespit ediliyordu. Bunun yanında, AK’nin anayasal konulardaki danışma organı olan Venedik Komisyonu, 16 Nisan halkoylaması öncesinde yayımladığı görüş raporunda, kabul edilecek anayasa değişikliği ile Türkiye’nin “tek adam rejimi”ne karşı ciddi uyarılarda bulunmuştu. Anayasa değişiklerinin kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıracağını tespit eden komisyon, bunun da “otoriter bir başkanlık sistemine” dönüşme riski taşıdığını ileri sürdü. Diplomatik ve şeffaf temelde karşılıklı taahhütler ve ulusal çıkar ilişkilerimizi kazan-kazan temelli geliştirmemiz gereken Avrupa ülkeleri başta olmak üzere uluslararası ilişkilerimiz kısa vadeli ve iç siyasi çıkarlara araç edilerek “Ey...” ile başlayan ancak sonu düşünülmeyen dar bir siyasi çizgiye indirgendi. Hükümet ve Cumhurbaşkanı, bu uyarıları dikkate almak yerine, ötekileştirici bir dil ve Batı karşıtı bir söylemle raporun içeriğinin tartışılmasının önüne geçmeyi tercih etti. AK’nin aldığı gözetim kararı sonrasında da maalesef benzer bir tepkinin gösterilmiş olması, Türkiye’nin uzun vadeli ulusal çıkarlarını koruyucu bir tavır olarak kabul etmek mümkün değil.

AB’nin de sorumluluğu var
Türkiye’nin bu seviyelere gerilemesinde, hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın '73orumlu olduğu kadar, özellikle AB ülkelerinin kimi liderlerinin ve kurumlarının da sorumluluğu var. Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti ile çelişen kararlar alan hükümetin bu tavırları karşısında gerekli refleks ve uyarıların zamanında ve etkili bir şekilde yapılmamış olması da bu sürece gelinmesinde etkili oldu.
Ülkemizin geleceği için hükümet ve Cumhurbaşkanı, AKPM’nin “gözetim altına alma” kararını siyasi bulmak yerine, bu kararın alınmasına yol açan nedenlerin ortadan kaldırılması için demokratik adımları bir an önce atmalı. Ekonomik olarak da, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti ilkeleri olarak da Türkiye’nin geleceği Avrupa’da. Bu nedenlerle, AKPM’nin aldığı bu siyasi gözetim kararı sonrasında, Türkiye’nin ve AB’nin geleceği için yeni bir başlangıçla birlikte ileriye bakan bir perspektifi hayata geçirmenin somut yolları aranmalı.  

SİBEL ÖZDEMİR
Dr., CHP İstanbul vekili, PM üyesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları