Olaylar Ve Görüşler

Aramızdan ayrılışının 80. yılında mimar ve öğretmen Bruno Taut...

30 Aralık 2018 Pazar

Okul mimarlığı konusundaki yeri ve yetkinliği alan uzmanlarınca teslim edilen Bruno Taut, ulusu çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak kararlılığındaki Cumhuriyet için bu yeni yapılanmanın taşıdığı önemi çok iyi görüp biliyordu.

Orhan Şaik Gökyay’ın “destan”ı tanımlarken söyledikleri, yıllar sonra Bruno Taut’la çağdaşı kurucu mimar ve kent plancılarının bize bıraktıkları mirasa bakışımızı etkileyen esinli bir saptamaya dönüşüyor: “Destan, bir yanından geçmişin, bir yanından geleceğin göründüğü tak gibidir.” Bir güz akşamında Taut’un Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi’ne (DTCF) bakıp düşünürken, yapının, birden Gökyay’ın tanımlamasındaki “tak” imgesiyle örtüştüğünü duyumsadım! Beri yandan bakınca başka, öte yandan bakınca başka bir fotoğrafla karşı karşıya olduğumu eşzamanlı. Genç cumhuriyetin Ankara’yı “taçlandırma” çabasının simge yapılarından DTCF’nin yüzünden yansıyanı, seksen yıl önce yıldızlara göçen Mimarını düşündüm sonra...

Taut’a tam yetki
Mimar ve öğretmen Bruno Taut, erken cumhuriyet mimarisinin biçimlenmesinde etkin görev üstlenmiş meslektaşı E. A. Egli’nin ayrılışı ardından ülkemize çağrılacaktı. Okul yapılarından sorumlu Milli Eğitim Bakanlığı Tatbikat Bürosu ile Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü onun sorumluluğuna verilecekti. Kendisine her açıdan tam bir yetki ve çalışma özgürlüğü sağlanacak olan Taut da tüm yaratıcı gücünü ve mesleki birikimini seferber edecekti. Okul mimarlığı konusundaki yeri ve yetkinliği alan uzmanlarınca teslim edilen Taut, ulusu çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak kararlılığındaki Cumhuriyet için bu yeni yapılanmanın taşıdığı önemi çok iyi görüp biliyordu. Bunun için “mimar ve öğretmen” olarak, öğrencilerine salt mesleğe ilişkin ödevlerle uğraşmalarının yeterli olmadığını, toplumsal olana da kafa yormalarını söyleyecekti hep. Gençleri çağdaş mimarlık eğitimiyle donatıp yetkinleştirirken, toplumsal yapının mimarisini de tanıyıp bilmelerini isteyecekti onlardan. Böyle bir eşikten baktığı mimarlık mesleğinin öğretimine ayrılan beş yıllık süreyi yoğun ve çok yönlü değerlendirmek gerektiğini de...
Bu yolda İstanbul’a gelişinden (10 Kasım 1936) bir ay sonra Ankara’ya vardığında, “DTCF projesi” kendisini bekleyen işler arasındaydı. Proje, uygulamaya geçildiğinde Yüksek Öğretim Genel Müdürü Cevad Dursunoğlu’nun her açıdan büyük desteğini görecek, Türkiye’ye gelmeden önce gittiği Japonya’da bulamadığı çalışma ortam ve iklimini Ankara’da bulacaktı. Nazi faşizminden kaçtığı Japonya’dan beri sağlık sorunlarıyla uğraşan Taut’un ülkemizdeki son işi de, trajik bir denkdüşümle Atatürk’ün katafalkını hazırlamak olacaktı. Kendisi de kısa bir süre sonra, ardında kentsel kültürel yapı ve yaşamımızın dokusuna işleyen mimari kültürel bir miras bırakarak 24 Aralık 1938’de, elli sekiz yaşında aramızdan ayrılacaktı. DTCF yapısı büyük ölçüde, yakın çalışma arkadaşı Mimar F. Hillinger tarafından Taut’un tasarımı doğrultusunda tamamlanacak, yine Taut’un Ankara Atatürk Lisesi, Cebeci Ortaokulu, İzmir Cumhuriyet Kız Enstitüsü, Trabzon Lisesi gibi okul yapılarının da özgün tasarımları doğrultusunda bitirilmesini Hillinger sağlayacaktır.

Kentlerin dağılımı
Doğan Kuban’ın mimariyi “insanın çevresini ussal bir düzene sokma çabasının anlatımı olarak, uygarlıkların en güçlü simgesi” sayması boşuna değildi. Taut da 1918’de yazdığı “Kentlerin Dağılımı” adlı yazısında, yeryüzü insanındır; insan “artık yeryüzünde sadece bir seyirci olarak kalmayacak, yeryüzünde oturacaktır” diyordu. Belki eşzamanlı, Rilke’nin Rodin’i anlatırken söylediklerine çevirerek gözlerini: insan yeniden ve yeni bir biçimde oturmayı öğrenecek diye düşünüyor olmalıydı, “Kentlerin Dağılımı”ndan kent dağlarına (!) açılacak yolların başında...
1918’den yüz yıl sonra, içinde yaşadığımız şu kentte, ünlü mimar Le Corbusier’nin demesiyle doğayla uyumumuzun ya da uyumsuzluğumuzun; Doğan Kuban öğretmenimizin sözleriyle çevremizi ussal bir düzene koymadaki başarımızın ya da başarısızlığımızın uzamları olan yapılara nasıl bakıyoruz?
Dünden güne, günden yarına yaşamsal karne ve kimlik kartımız olan mimari “nesneler”e, güzel ya da çirkin oylumlara ilgisiz kalmak hakkına sahip miyiz?... Yapıların yüzünden yansıyan iletiye sırtımızı dönerek yaşamak, o mekânların dalında taşınıp gelen tarihe -kendimize dolayısıyla- sırtımızı dönmek değilse nedir? Bu sorulara verilecek yanıt, bize, “oturmayı” öğrenmişlerle öğrenememişler arasında, başka '62ir söyleyişle yerleşmesini bilenlerle bilmeyenler arasında bir “yer” de gösterecektir...
Tarih, Taut’un onca birikim bilgi, ders ve deneyim yüküyle sürgün ve yurtsuz olarak geldiği ülkemizde, 1919’da Weimar’da düzenledikleri serginin bildirisinde geçen gelecekteki “mimar”ı hazırlamaktan öte, onu kendi kimlik ve özünde bulmasının yolunu da açacaktır. Bu buluşmayı ona ve onunla birlikte yurdumuzu “ikinci vatan” tutan mimar ve akademisyen yazgı ortaklarına genç Türkiye Cumhuriyeti sağlayacaktır. Miyuku Aoki’nin Taut’un ülkemize gelmek üzere Japonya’dan ayrılışını “Kişisel ve geçici Taut’tan, kalıcı mimar Bruno Taut’a yolculuk” diye tanımlaması bu tarihsel toplumsal gerçeğe vurguyla söylenmiş olmalıdır.

Toplumcu mimar
Dolayısıyla DTCF yapısı Doğudan Batıya, Bruno Taut’un gelenekle çağın gereklerini birleştirme yolunda ulaştığı mimari bireşimin tezi olarak da, antitezi olarak da bir “yol anıtı” gibi durmaktadır bugün... Gökyay’ın destanı tanımlarken altını çizdiği yazınsal gerçeklik, yapısal (mimari) gerçekliğin kavranmasında da esinli bir tutamak oluyor aynı nedenle. Onun içindir DTCF yapısı, her iki anlamda da beri yanından geçmişin, öte yanından geleceğin göründüğü görkemli bir tak’a dönüşmüş durumdadır...
O yapının tasarımcısı ilerici düşünür, toplumcu mimar ve eğitimci Bruno Taut’a aramızdan ayrılışının 80. yılında saygıyla.  

Ümit Sarıaslan



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları