Olaylar Ve Görüşler

Akgül Hoca’nın ardından Erhan KARAESMEN

02 Ocak 2018 Salı

Mustafa Akgül olağanüstü bilimsel kapasitesiyle, yurtsever aydın özellikleriyle, ödün vermez mücadeleci bir toplum neferi olarak yaşamını sürdürdü.

2010’lar Türkiye’si bilim dünyası insanlarını önemsizleştiren ve toplum dokusundan epeyce dışlayan bir çarpıklığın içinde yaşıyor. Bilim algılamasını ve onun ana besleyicisi olan “akıl” unsurunun bireysel ve toplumsal değerini gittikçe daha zor fark ediyor. Bilim ve akıl birlikte seferber edilmeden, dengeli ve sağlıklı bir toplum düzeni kurulamayacağını anlamakta gittikçe daha fazla zorlanıyor. Tam bir ilkellik ve cehalet ortamında insanlar, toplum katmanları, kurumlar verimsiz bir devinme içinde dolanıyor.
Bu umarsızlık, umursamazlık ve ilgisizlik ortamında çok değerli bazı bilim insanlarının kayıplarına karşı da tamamen mesafeli kalınabiliyor. Geçen günlerde kaybettiğimiz çok ileri bir uzman ve yurtsever-aydın özelliklerini kişiliğinde birleştirmiş ve uluslararası bilim dünyasında büyük itibara sahip bir Mustafa Akgül’ün ölümü de ne yazık ki bu duyarsızlık ve umursamazlık dönemine rasgeldi. Uygulamalı matematik, sayısal yöntemler uzmanlığı çevresinden meslektaşları, Bilkent Üniversitesi’nden son dönem öğrencileri ve çalışma arkadaşları ve elbette ODTÜ ortamından eski dostları aralarındaki haberleşmelerle, Facebook ve Twitter iletişimi ile Mustafa’yı andılar. Ancak toplum katmanlarında ve bilimi ıskalama yetkisini kendinde gören medya organlarında Akgül Hoca’nın adı pek dalgalanmadı, oysa medya dünyamızın yakından bilip kullandığı internet teknolojisini Türkiye’deki bilimsel sorumlusu olarak Akgül Hoca’nın adı, Türk internetinin sorumlusu olarak, basın-yayın organlarında bir hayli iyi bilinirdi. Dolayısıyla gündelik basında ölüm haberi olarak Mustafa Akgül’ün vefatına bir miktar yer verildi, ama kişiliği ve bilimsel özellikleri üzerinde durulmadı. Düşmez kalkmaz Cumhuriyet ve BirGün gündelik yayın organları ile Herkese Bilim Teknoloji haftalık bilim-kültür dergisinde Mustafa Akgül biraz anıldı.
Mustafa Akgül’ü olağanüstü bilimsel kapasitesiyle, yurtsever, aydın özellikleriyle, ödün vermez, mücadeleci toplum neferi yönleriyle ODTÜ’deki eskilere dayanan hocalık-öğrencilik bağlantımızdan bu yana yakından tanıyanlardan biri oldum. Neredeyse yarım yüzyıl önceye giden bu kuvvetli tanışıklık, yurtdışı ayrılıklar süresince de hep devam etti. Dolayısıyla bu çok sevgili dost, üstün bilim adamı ve ayrıca da “alabildiğine adam” kişi ile ilgili içimden gelenleri yazıya dökmekte yarar gördüm.
Adına “68 Kuşağı” denen özel bir dönemin insanlarının sayısı gittikçe azalıyor. Paris sokaklarında, kaldırım taşlarını söküp polislerin kafasına fırlatan gençlik dostlarımızın bir bölümü artık hayatta değil. Mustafa Akgül’ün de dahil olduğu ilerici, aydın, yurtsever ve coşkulu insan gruplarından da gittikçe daha fazla fireler kendini gösteriyor. ODTÜ’de, dönemin Amerikan sefirinin arabasını tartaklayıp deviren o gençler bilindiği gibi yıllarca hukuki, politik ve polisiye baskılar altında yaşayıp hapse girip çıkmışlardı. Bu ekipten de, Mustafa’nın gidişiyle galiba hayatta kimse kalmadı. Dönemin hafızalarda iz bırakan bu olayı, bilindiği gibi toplumun tutucu ve gerici sağ çevrelerinde ODTÜ’ye yönelik “satılmış sol” suçlamalarının kaynağını oluşturmuştur. Çok başarılı ve çok parlak bir bilimsel geleceğe sahip oluşuyla dikkat çeken bir Mustafa Akgül de bu suçlamalardan nasibini almıştı. Ayrıca, onun adının o dönemin toplumsal değerlendirmelerinde daha sık geçmesine yol açan bir ek olayın varlığı da hatırlanmalı. Bu coşkulu 68’liler esprili bir fantezi olarak o patırtıda boşaltılmış olan ODTÜ Rektörlük binasına girmişlerdi ve Mustafa Akgül hem gözü karalığı hem de mizah gücü çok yüksek bir genç insan olarak rektörlük masasındaki sandalyeye oturmuştu. Jandarma ve polis gelip kendilerini oradan alıp götürünceye kadar Akgül, dünya üniversiteler tarihinin en genç rektörü ama aynı zamanda da en kısa süreli rektörü olarak anılara geçmiş bulunuyordu.
Bu olaylar çok parlak genç bilim insanı adayı olarak Kanada’ya doktora öğrencisi olarak gitmeye hazırlanan Mustafa’nın işini epeyce zora sokmuştu. Ancak kendisi de çok değerli bir eğitimci ve tatbiki bilimci olan Halim Doğrusöz Hoca’nın sahiplenici ilgisinin de katkısıyla epeyce bir gecikmeyle de olsa Mustafa pasaport alıp Waterloo Üniversitesi’ne gitmeyi başardı. Orada rekor zamanda tamamlanmış çok başarılı bir doktora çalışması, o çerçeve sonrasında yaptığı bilimsel yayınlar ona uluslararası bir itibarı genç yaşında sağlamıştı. Bilgisayar destekli sayısal işlem matematiği alanında çok aranan ve el üstünde tutulan bu uluslararası kariyeri yoğun bir çalışma sistemi içinde senelerce sürdürdü. 1980’lerin akışı içinde Türkiye’ye döndüğünde artık çok bilinen ve takdir gören bir bilim dünyası insanıydı. Bilkent Üniversitesi’nin kendisine verdiği payelerle ve arkasından gelen Türk internetinin sorumluluğu göreviyle son yıllarını Türkiye’de geçirdi. Bu dönemde öğrencisi olarak ya da bilimsel bağlantıyla kendisini tanımış olanların bu olağanüstü zeki insanın çalışma mekânının şaşırtıcı şekilde dağınık oluşundan hep söz ettikleri bilinirdi. Mustafa’nın Bilkent’teki odasına epeyce kere ben de uğradım. Dosyaların ve ayrı ayrı kâğıt parçalarının havada ve yerde uçuşarak sergilediği o alışılmamış dağınıklığı ben de gözledim. Ancak şaka yollu, kahkahalar arasında kendisine de birkaç kez söylediğim gibi Mustafa bu dağınıklıktan haz alıyordu. Onun aynı anda çok sayıda değişik konuyla ilgilenmesine ve birbirinden farklı epeyce problemin birden çözümüne yönelik bir zihinsel çaba sarf edebilme yetisi vardı. O dağınık gibi gözüken ortam aslında bir anda çok şey düşünebilme yetisinin bir çeşit sergilenişiydi. Ölümüne kadar da öyle gitti.
İlerici, aydın ve yurtsever bilim adamı olmayı hep sürdürmüş, bu çok sevgili dostumuz, olağanüstü insanı çok arayacağız.

Erhan KARAESMEN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları