Olaylar Ve Görüşler

7 Şubat KHK’si ve ben

14 Mart 2017 Salı

7 Şubat 2017 tarihli kanun hükmünde kararname ile 20 yıllık mesleğimden, koridorlarında ıslık çalarak gezmekten memnun olduğum okulumdan, gözlerindeki ışıltıyı gördükçe dirildiğim öğrencilerimden ve meslektaşlarımdan kopartıldım.

 

Ailemin ve akrabalarımın neredeyse tamamı öğretmendi. Çok sevdiğim bir ilkokul öğretmenim oldu. Adalet duygusu öyle yapmasını gerektirince, herkese nasıl kızıyorsa bana da öyle kızardı ama beni oğlu gibi sevdiğini de adım gibi biliyordum. Kanser tedavisi gördüğü hastane odasına kafamı uzattığımda belki 10 yıldır görmediği beni “Aaa Mert gelmiş” diyerek karşılamıştı. Sendikadaki faaliyetlerimi anlatınca “Ben senin o yönünü pek anlamamışım” diye hayıflanmış, bana benimle ilgili hikâyeler anlatmıştı uzun uzun...

Ölü Ozanlar Derneği
Onun sayesinde Türk Milli Eğitim sisteminin demirbaşı ne kadar sınav varsa hepsini kazandım. İstanbul Atatürk Fen Lisesi’ni ve Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümlerini bitirdim. Ama makine mühendisliği okumak da yapmak da istemiyordum. “Ölü Ozanlar Derneği”nin Mr. Keating’i olmak varken istemediğim bir işi sadece para kazanmak için yapmak bana uygun değildi.
Ailemin zorlamasıyla bitirdiğim fakültenin son yılında sosyalist bir dünya kurmanın kişisel kariyer peşinde koşmaktan daha anlamlı olacağına kesin karar verdim, hayatımı bu kararım doğrultusunda şekillendirmeye çalıştım. 1996’da Refah- Yol hükümeti sırasında üniversite mezunlarına öğretmenlik yolu açılınca başvurdum, Paşabahçe’de bir ortaokula öğretmen olarak atandım. Paşabahçe Cam Fabrikası ve Deri Kundura daha henüz kapanmamıştı, Paşabahçe harika bir işçi semti olma özelliğini hâlâ koruyordu. Öğrencilerimle gurur duyuyordum.

Ücretsiz kurslar
“İşçi sınıfının organik aydını” olabilmek için de harika bir deneyim merkeziydi. 10 sene o okulda çalıştım. Harika arkadaşlıklar geliştirdim, pırıl pırıl öğrenciler yetiştirdim. Hafta sonu okulu kendimiz açıp çocuklara ücretsiz kurslar veriyorduk. Birisi heyecanla bir işin ucundan tutunca nasıl çoğalabileceğini orada öğrendim. Dershaneye gitmeden Anadolu Lisesi’ne soktuğumuz öğrencilerimizle gurur duyuyorduk.
Katıldığım ilk öğretmenler kurulunda “Paralı eğitim halk çocuklarına ihanettir, ben para toplamam” dediğim için müdürlerle ilk günden kavgalı duruma düştüm. Sonradan başka bir sendikanın ilçe başkanı olan müdür, “Ben bu adamın stajyerliğini kaldırmam” dedi. Ama Allah’tan o zamanlar İngilizce öğretmeni nadir bulunan bir varlıktı ve mahalle esnafı “Deli misin? Bırak çocuklar bir İngilizce öğretmeni bulmuş, karışma” diyerek vazgeçirdiler. Müdürün kafasıyla o zaman yapamadıklarını 20 sene yapmış oldular bu kararname ile...

Öğrencilerimi çok sevdim
Katıldığım sınavla Anadolu Lisesi’ne geçtim. Bir arada Açık Öğretim’in “Uzaktan İngilizce öğretmenliği” programında okutmanlık yaptım. Bütün öğrencilerimi çok sevdim. Klişe olsun diye değil, gerçekten sevdim. İdarecilerle ne sıkıntı yaşarsam yaşayayım bunu çocuklara yansıtmamaya çalıştım. Boş derslerdeki 40 dakikanın sevdiğim öğrencilerle yaptığım bir dersin 40 dakikasından çok daha uzun olduğunu defalarca deneyimleyerek öğrendim. Sosyalist ve sendikalı kimliğim hep görünür oldu ama bunu öğrencilerle ilişkilerimde bir önyargı aracına getirmedim. Başörtülü ya da masasının üzerine Nihal Atsız kitabı koyarak bana mesaj vermeye çalışan öğrencilerimle de diğerleriyle nasıl konuşuyorsam öyle konuştum. Stajyerliğimi kaldırmak istemeyen müdürle ilgili 28 Şubatçılar soruşturma açıp “Sizin müdür okulda namaz kılıyormuş, doğru mu” dediklerinde “Görmedim” diyerek yalan söyledim. İnsanların inandıkları gibi yaşamaktan alıkonulmaya çalışılmalarını ömrüm boyunca anlamadım. Hele de başörtüsünü saklamak için okula perukla gelmek zorunda kalanlar, insanları olduğu gibi kabul etmemek konusundaki bu olağanüstü ısrara olan öfkemi daha da büyüttü. O yüzden beraber çalıştığı insanı farklı düşüncesinden dolayı işinden attırmak istemeyi, ihbarcılığı hiç anlamadım.

Kamusal eğitim için
Eğitim-Sen hakkında tüzükteki anadil maddesi yüzünden açılan kapatma davası sırasında şubenin örgütlenme sekreteri idim. İstifaları durdurmak için okul okul gezdim. Milliyetçi müdürün birinin “Sizin sendikayı niye kapatıyorlarmış” diye öğretmenler odasında sorduğu soruya “Bulgaristan’daki Türklerin Türkçe eğitim alması konusunda ne düşünüyorsun?” diye soruyla karşılık verince lafı gevelemesi gibi onlarca olay yaşadım. “Türk Eğitim- Sen’li müdür bize afiş astırmıyor. Beraber davranalım” diyen Eğitim Bir Sen’linin AKP iktidarıyla beraber hızla ilçe milli eğitim müdürü olması gibi olaylar ise artık vaka-ı adiyeden olmuştu. Bizler ise kamusal eğitimi savunmak için hep daha fazla yükün altına girmek zorunda kaldık.

Öğrencilerden mesaj
Bizi atanlar sadece bize kötülük ettiklerini sanıyorlar. Oysa bu saldırı, ilkel birikim kaygısıyla memleketin doğal güzelliklerini yok etme çılgınlığının bir türevi gibi geliyor bana. Kararname sonrasında bir sınıfımdan şöyle bir mesaj aldım mesela: “En değerli hocamız, öncelikle size yapılan bu haksızlıktan dolayı biz utanç duyuyoruz. Size yapılan haksızlık bize yapılmıştır. Sizin gibi değerli ve bilgili bir insanı kaybettiğimiz için hem üzgünüz hem de öfkeliyiz. Siz layıkıyla yerine getirdiğiniz görevinizi, biz ise İngilizce, matematik, fizik, kimya, sosyal bilimler, tarih, felsefe hocamızı kaybettik. Bize her şeyi aşkla öğreten bir insanı çok gördüler. Özgürlüğü hepimize çok gördüler. Ama sizin seçimleriniz ne olursa olsun, ne karar alırsanız alın, biz sizin hep yanınızdayız ve destekçiniziz. Ve sizin için elimizden ne gelirse yapmaya hazırız. Bu bizim ödevimizdir. Yapılanlar ve yaptırılanlar sizi asla yıldırmaz, bunu kalpten biliyoruz. O güzel, saf ve temiz yüreğinizle kalmanız dileğiyle... Sevgilerle.”

Solcu öğretmen korkusu
7 Şubat sonrasında sükûnet ve metanetimi sadece bu mesajı okurken kaybettim. Sonuçta ben bu mesajla 20 yıllık emeğimin mükâfatını aldım da bizlere kötülük yapmak adına okullara, kamusal eğitime, çocuklara bu darbeyi vuranlar bu ülkenin geleceğine nasıl zarar verdiklerini anlayabilecekler mi? İhraç edilen birçok öğretmen arkadaşımın atıldıklarını öğrendiklerinde bir sonraki günün dersini hazırladıklarını biliyorlar mı? “Solcu öğretmen korkusu”nun bu ülkenin eğitim sistemine en fazla zarar veren Soğuk Savaş mirası olduğu her gün daha açık biçimde ortaya çıkmıyor mu? Huntington kafasıyla, “modernleşme korkusu”yla farklı düşünenleri, demokrasi isteyenleri, solcuları tasfiye ede ede ülkeyi kupkuru bir çöle çevirince bunun sizlere de bir faydası olmayacağını göremiyor musunuz?
Kendimi normalde yapmadığım kadar övdüğüm için tüm arkadaşlarımdan ve okurlardan özür dilerim ancak bizlerin birer sayıdan ibaret olmadığımızı, “terörist” denerek bir kenara atılmak, değersizleştirilmek istenenin bu toplumun işinden, aşından arttırılarak biriken değeri olduğunu, hiçbir toplumun kendisine bu kötülükleri ardı arkasına yaparak düze çıkamayacağını kendimce anlatmak istedim. Bu toplum devletin hiç bitmeyen “temizlik” mantığıyla hep kaybetti, hep eksildi. Muhalifi, biat etmeyeni, farklı bir dünya düşleyeni “hain” ilan etme geleneği demokraside, üretkenlikte, yaratıcılıkta, kardeşleşmede hep eksik kalmamıza yol açtı. Kendi kendini yiyen yılanınkine benzeyen bu anlayışın hakkından ancak büyük bir toplumsal barışı inşa ederek gelebiliriz.  

MERT BÜYÜKKARABACAK
İhraç edilen öğretmen



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları