Oktay Ekinci
Oktay Ekinci ekinci@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Anadolu'da mutfak ve mimarlık

16 Ağustos 2012 Perşembe
\n\n\n

Yöresel yemeklerimizi yaşatırken, onların yaratıldığı evlerin yok oluşuna aldırmıyoruz

\n

\n\n\n

Bitlisle Siirt arasında Büryan bizimdir tartışması alevlendiğinde görüşümü soranlara demiştim ki; Tarihi kent dokusunu hangisi daha iyi korumuşsa büryana sahiplenmek onun hakkıdır.

\n

Çünkü ünlü türküsündeki beş minaresi bile beton yığınları arasında yok! olan; içinden geçen Bitlis Çayının üzerini devasa Özel İdare İş Hanının kapattığı bir kent, büryanını nasıl hak edebilir ki?

\n

Aynı durum Siirt için de geçerli. Kuşaktan kuşağa süregelen tarihi çarşı ve pazarları yaşatmak yerine süpermarketlere heveslenmesi, aslında kimliğini de terk etmesi demek değil miydi?

\n

Bir Bitlis gezimizde çirkin yapı yığınları arasında yol ararken trafik polisi durdurarak demişti ki; Ters yöndesiniz!

\n

Bu kentin neresi düz ki? diyemedim elbette

\n

Karşıdaki büryancıyı gösterip Şurayı arıyorduk, tabelayı göremedik dediğimde cezadan kurtulduk.

\n

Polis de Bitlis büryanını tatmamızı önemsiyordu.

\n

Ne var ki o toz duman caddede ne büryanın tadını anlayabildik ne de tandırda pişmesini hayal edebildik. Oysa örneğin Muğla büryanını asırlık yayla kahvelerinde yediğinizde, eski kentin neden korunduğunu da anlayabiliyorsunuz...

\n

Kimlikli yaşamak sadece boğazdan geçmiyor; yöresel mutfaklarla bütünleşmiş mimariyi de yaşatmak gerekiyor. Tıpkı Beypazarında çayın eşliğinde yediğiniz kurudaki tadın, konuk olduğunuz geleneksel evlerden süzüldüğünü gördüğünüz gibi; ya da Safranboluda diyet yapanları bile yoldan çıkartan su böreğinin ancak o muhteşem konakların mutfaklarında yaratıldığını fark etmeniz gibi

\n

Sofralar ve evler

\n

Yöresel tatlarımızla övünürken, o tatların yaratıldığı yerel mimariye neden özensiz kaldık?

\n

Örneğin Malatyanın kayısısı olağanüstü ise, Eski Sinemalar Caddesinin yeniden o unutulmaz akşamların yaşanacağı hale getirilmesi, kayısıyı yaratan emeğe karşı da bir borç değil midir?

\n

Ya da Kars kaşarıyla ve dünyada eşi olmayan gravyeriyle övünebilmenin koşulu, bu lezzetleri miras bırakan tarihsel kültüre ait mimari ve kentsel dokunun da aynı gururla korunması olsa gerek.

\n

Edirne peyniriyle gururlanmanın yolu da başta Selimiye olmak üzere anıtsal yapılarla taçlanmış kentin, sofralarında aynı peynirin eksik olmadığı geleneksel evlerini de yaşatmaktır.

\n

Hele Kayseri pastırmasının, sucuğunun ve tabii ki mantısının lezzetini yaratan kültür birikiminin, söz gelimi tarihi Tavukçu Mahallesindeki eşsiz taş evlerden, Ağırnastaki (mimar) Sinana ilk ilhamı veren yeraltı kentinden; güvercin gübrelerini toplamak için yapılmışkuş evlerinden geldiğini görmek gerekiyor

\n

Bursadan kestane şekeri alacaksanız, karayolu kenarındaki mola yerlerini değil, kentin içine girip Muradiyeden Yıldırıma gezindikten sonra kuşaktan kuşağa hizmet veren eski dükkânları yeğlemelisiniz.

\n

Burdurda ceviz ezmesini tadacaksanız, zaten tarihi çarşıdaki helvacıları ziyaret etmekten başka şansınız yok. Üstelik helvanın nasıl hâlâ geleneksel usullerle yapıldığını görüp daha çok alabilirsiniz

\n

Diyarbakırda kaburga dolması için sizi ne yazık ki Suriçindeki eski kentin gizemli sokakları yerine sur dışında bir lokantaya götürecekler Aynı çelişki Adanada da var. Efsanevi Adana kebabının en mükemmeli için tarihi kentteki kebapçılar yerine kimliksiz Yeni Adanadaki hangar gibi fast-food lokantaları tavsiye edebilirler...

\n

Gaziantepte ise ister kebaplarını, ister fıstıklı baklavalarını merak edin, eski kentteki lokantalar yüzlerce yıllık lezzetleri ikram ediyorlar...

\n

Bu örneklere başkentimizde Ankara tavasını, Tokatın kebabını, Mardinin badem şekerini, Kocaelinin saray helvasını, Kilisin pekmezini, Ordunun mıhlamasını, Balıkesirde tiriti, Trabzon-Akçaabatta, Tekirdağda ve İnegölde köfteyi, Konyada etli ekmeği, Amasyada çatal çorbasını, Mersinde aslında tarihi olmayan ama yöreselleşen tantuniyi, Bayburt ve Erzurumda cağ kebabını ekleyin...

\n

Ya da Şanlıurfanın çiğköftesini, Erzincanın tulum peynirini, Vanın otlu peynirini, Zonguldakın Osmanlı çileğini, Düzcede Çerkez tavuğunu, Giresunun fındığını, Eskişehirde çiğ böreği, Bolunun orman kebabını, Artvinde Laz böreğini, Kütahyanın cimcikini, Antalyanın reçellerini, Kastamonunun dibek kahvesini, Antakyanın kendi peyniriyle künefesini düşleyin

\n

Benzer şekilde Kapadokyanın şaraplarını, Kahramanmaraşın Hititlerden miras dondurmasını, Rizenin Anzer balını, İzmirin çuprasını ve daha nicelerini anımsadıktan sonra rakı, balık Ayvalık gibi şiirleşen yöresel yeme içme keyiflerini de ait oldukları kentlerin geleneksel mimari değerlerine gösterilen; ya da gösterilmeyen özenle kıyasladığınızda, özetle şu söylenebilir:

\n

Kimlikli yaşamak için midemize düşkünlüğümüzü nasıl yöresel mutfakla gideriyorsak, karakterli kentliler olabilmek için de geçmişten miras sivil mimarimize aynı ilgiyi göstermeliyiz.

\n

Aksi halde beton yığınlarında yaşamaya mahkûm yerel yemek obezleri bol bir toplum olacağız...

\n

\n\n



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları