Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Tiyatroya hakaret

23 Ocak 2022 Pazar

Neden böyle bilmiyorum ama, tiyatroda, ışıkların söndüğü anın bir büyüsü vardır. Ortalık sessizliğe bürünür. Kırmızı perde usul usul açılmaya başlar. Ve bir dünyanın içine girersiniz.”

On yaşında tiyatro salonuna ilk adım attığım günden beri o efsunlu anı hep yaşadım. O an beni hep başka dünyalara, başka ülkelere, zamanlara ve insanlık serüvenlerine götürdü. 

Yönetmen David Lynch’in bu sözleri, o yüzden tiyatroyu damardan tanımlıyor.  

Çocukluğumu Türk tiyatrosunun altın çağı, ’60’larda geçirdim. 

Sanat” dendiğinde o yıllarda anlaşılan tek şey tiyatroydu. Yabancı filmler Türkiye’ye geç gelirdi. Türk sineması Yeşilçam’dan ibaretti, TV yoktu. Tiyatroya gitmek ayine gitmek gibi bir şeydi. Heyecanı günler öncesinden aileyi sarardı. 

Çikolata Sevgilim, Sokak Kızı İrma, Ağaçlar Ayakta Ölür, Şahane Züğürtler, Kötü Tohum, Keşanlı Ali, Satıcının Ölümü’nü hep o çocukluk ve ergenlik arası yıllarda izledim. 

İlk izlediğim temsil Çikolata Sevgilim’den baştan sona kahverengi boyanmış Gülriz Sururi’nin zorlukla seçilen kocaman gözlerini hatırlıyorum.  

Şahane Züğürtler’de sahici bir aristokrat gibi sahnede görkem ve ışık saçan Ayfer Feray/grandüşes Tatiana hâlâ gözlerimin önünde. 

Satıcının Ölümü’nden Yıldırım Önal’ın dramatik ve kadife sesi kulaklarımda kalmış. 

Yarım küsur asır sonra bile bu görüntüler, bu tınılar bir insanın neden aklında kalır? Demek ki ben o oyunları sadece seyretmemişim, yaşamışım. 

HAYAT DA BİR TİYATRO

Hayatla tiyatro böyle. İç içe. 

Tiyatro elbette ki kurgu ama gerçeklik aynı zamanda. Yürekle bağ kuruyor ve insanı anlatıyor. 

Tiyatroda duygu seliyle “katarsis” yaşayan hiçbir izleyici; dışarı çıktığında “Amma tiyatro çevirmişler!” demez. “Ne denli gerçekti! Aktör bire bir yaşadı ve yaşattı” der. 

İyi tiyatro o nedenle hayatımızdan parçalar gibi bellekte iz bırakır ve yer eder. 

Ama tersi de geçerli. 

Hayat da sırf gerçeklik değil, bir tiyatro aynı zamanda. 

İşine geldiğinde annesine ağlıyormuş numarası yapan minik çocuk bile tiyatro yapmıyor mu? Bunu konuşmayla beraber eşzamanlı öğrenmiyor mu? 

Etkileyici performans sergileyen bir oyuncu için “Yaşadı ve yaşattı” diyoruz da, yaşamda rol kesen birine niye “Tiyatro yapma” demeyelim?

Tiyatroya hayatın üstünde neden dokunulmazlık, kutsallık atfedelim? 

Sırf Türkçede değil, tiyatro geleneğinin doğup geliştiği Batı dillerinde de abartı, oyun, tezgâh veya samimiyetsizliğe atfen tiyatroya yaygın biçimde gönderme yapılır.

Tiyatronun kalesi İngiltere’de örneğin “Bırak ya! Salt tiyatro” anlamında “it’s mere theater” denir.     

İspanyolcada bunun karşılığı “es puro teatro”dur...       

İtalya’da yaşam sürekli bir tiyatro sahnesinde gibi aktığından tabir çoktur: “Hepsi tiyatro/È tutto teatro”, “Sırf gösteri/ È solo spettacolo”, “Safi mizansen/solo una messa in scena”, “Tamamıyla görüntü/ È tutta scena”... 

Örnekler çoğaltılabilir. Hepsi sinemadan, tiyatrodan alınmış kavramlar. 

SANSÜRÜN BAŞKA ÇEŞİDİ

Bu ülkelerin hiçbirinde en son Fırat Tanış örneğinde gördüğümüz üzere, durumdan vazife çıkarıp günlük dilde tiyatroyu bu içerikte kullanan birine “Siz ne cüretle tiyatroya dil uzattınız!” diyen aktöre rastlamadım. 

Okumuşsunuzdur, İmamoğlu metro hattına iktidarın engellemeleri için “İstanbul’a ihanet eden kim varsa deşifre ederiz. Tiyatro oynamaya kalkmasınlar!” diyecek oldu.  

Buna içerleyen Tanış, sahne kıyafetlerinin dillere dolandığı, şarkı sözlerine sürek avı uygulandığı, Genco Erkal gibi altın harflerle adını tiyatro tarihine yazdıran ustaların yargılandığı bir ortamda bula bula her dilde karşılığı olan İmamoğlu’nun mecazına taktı: “Ahlaksızlığı tiyatro sanatıyla tarif eden(lerden), kültür sanat politikası üretmesini...çok bekleriz. Muhalefeti buysa...” dedi.

Köy yanar deli kız taranır misali. 

Oyunculuğuna şapka çıkarttığımız Tanış’ın böylece narsizmde bir dünya markası olduğunu öğrendik.

Oyuncu olarak çok incindim. Kendi hassasiyetimi işte böyle dünya yansa oyunun ortasına koyarım” demeye getiriyor Tanış. 

İmamoğlu da çıkıp akabinde Tanış’tan özür diliyor. 

Niye?

Bir başına RTÜK kesilen herkese boyun mu eğeceğiz? Bu da sansürün başka türü değil mi? İmamoğlu, bu özrü ile keyfi sansüre ödün vermiş olmuyor mu?

Soru çok. Hayat bir tiyatro.   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump’ın dönüşü 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları