Mustafa Balbay
Mustafa Balbay mustafabalbay35@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Silivri Mahpushanesi...

08 Eylül 2022 Perşembe

Duydum ki adını değiştiriyorlarmış Silivri...

Bundan sonra Marmara diyeceklermiş!

O zaman senin soğuk, nemli, dipleri yosun tutmuş yüksek duvarlarının arasında yaşanan zulüm ve direniş yok olmuş mu olacak?

Güldürme beni Silivri...

Bu, kokmuş aşın tabağını ya da adını değiştirmek gibi bir şey.

Aşın adı değişince tadı da değişmiş mi olacak?

O zaman kanarya koysunlar adını!

Bulunduğun yerin tam adresi Semizkumlar Mahallesi. Bu da fena değil...

İşin kara mizahı bir yana, yok öyle adını değiştirip kenara çekilmek. Seni müze yapacağız Silivri. 

Değil Türkiye’nin, Avrupa’nın en büyük cezaevisin sen. Doluluk oranın hep yüzde 100’ün üzerinde. 11 bin kişilik, 9 cezaevinden oluşan bir kampusta mahpus sayının 25 bine çıktığı zamanlar olduğuna göre, bütün istatistikleri patlattın... 

***

Senin duvarların bir gün dile gelecek Silivri. Koro halinde konuşacaklar. 5 adıma 14 adımlık, 7 metre yüksekliğindeki havalandırma kuyularına düşen bir serçe yükselemezdi. Kanatlarını boşuna çırparlardı. Bir tek bizden kaçmaya yeterdi güçleri. Ama o da uzun sürmezdi. İnsaflı bir gardiyan alıp dışarı götürürse nasıl mutlu ederdi bizi.

Bugünlerde havalandırma boşluğuna günde birkaç saat güneş iniyordur. Sonbahar ilerledikçe güneş yükselecek. Kasım ortasında havalandırmanın üç metre üstünden geçecek, şubatın son haftasına kadar.

O görüş odaların hiç unutulur mu Silivri? Arada cam bölme. İki tarafta telefon ahizesi. Sadece sesle kucaklaşma! Büyükler bunu anlar da çocuklar anlar mı? Kucaktaki bebelerin camın ötesindeki babasına dokunamayınca telefonda sesini öpmeye çalışması hiç unutulur mu?

Yedi karo genişliğindeki hücrelerin 80 bölmeli demir parmaklıkları arasına bazen misafirler gelirdi. O güzelim örümcekler için cennetti sanki beton-demir ormanı.

Elleri böbrek, karaciğer nakli için neşter arayan Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın, demir parmaklıklara bakıp, “Suçum ne” diye haykırırken bir yandan da uluslararası bilimsel toplantılar düzenlemek için çırpınışı...

Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun gencecik evladının ölümünü televizyonun altyazısından öğrenince attığı çığlığın gökyüzünü delişini...

Hukukun lime lime doğranıp katledildiği spor salonundan bozma mahkemede, hâkimlerin linçlerini daha fazla dinlememek için senin hücrelerini bile özleyişimizi...

Nasıl unuturuz Silivri?

***

Sen zulmün ve direnişin simgesisin Silivri...

Bir dönem dünyanın okuma-yazma oranı en yüksek yeriydin. Koğuşlarında, kütüphane diye ayrılan bölümündeki kitaplardan çok yazar vardı.

Elbet revirin de vardı. Oradaki doktorlar ne sık değişirdi. Çoğunun “suçu” şu olurdu:

Mahpuslara iyi davranmak!

Kuddusi Okkır’ın ardından Kaşif Kozinoğlu da hapishane koşullarında ölünce doktorların her dediğini yapmak zorunda kalıyorlardı. Bir doktora reçete olarak şunu yazdırmıştık:

Toprak!

Demir ve betonla örülü hapishanede çıplak ayaklarımızla haftada 45 dakika toprağa basmanın iyi geleceğini yazmıştı doktor. Ve hayli ağır bir suçtu bu. 

Ne olursa olsun, demir ve betonun arasında da umut üretilebileceğini yaşattın bize Silivri...

Elbet Silivri’nin yoğurdundan sahiline pek çok güzellikleri de var. Ama hapishanesi de var!

Tel örgülerinde batan güneş, gökyüzü bahçesiydi...

Güneş görmeyen nemli duvarlarında yeşeren yosunlar, havalandırma parkıydı...

Koğuştan çıkıp duruşma salonuna gitmek için aştığımız 16 demir kapı uzun sabah yolculuklarıydı...

Bütün bunları aşan özgürlük aşkımız demiri eriten bir ateş topu gibiydi...

Adını değiştirseler de anını, kimsenin haksızlığa uğramaması için hep yaşatacağız Silivri!

Sen zulmün ve direnişin müzesisin!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Umut ve mücadele! 21 Kasım 2024
Yine yeniden BOP! 20 Kasım 2024
Çekin elinizi! 19 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları