Müjdat Gezen

Dedem Nasrettin Hoca

01 Temmuz 2024 Pazartesi

1974 yılıydı. Bir kitap yazmak üzere Ankara “Milli Kütüphane”ye gitmeye başladım. Konu Nasrettin Hoca idi. Doğduğu köy Hortu’ya gittim. Yıllar sonra Akşehir’de Nasrettin Hoca’nın heykelinin yanına benim de heykelimi diktiler. Geçen gün, yeni belediye başkanı Dr. A. Nuri Köksal ziyaretime geldi. Bu yılki “Altın Eşek Ödülü”nü bana verdiklerini söyledi. Çok mutlu oldum. Akşehir Belediyesi’ne ve Akşehir halkına teşekkür ediyorum.

21 SORU

İlk Anadolu turneme 1963 yılında çıktım. Onları anlatmayacağım. En son, 15 yıldır çıktığımız turnelerdeki otobüsün içini anlatacağım sizlere. Diyelim ki İzmir’e gidiyoruz. Kadromuz en az 45 kişi olur. Gidişte üç oyunumuz vardır otobüste. Sessiz sinema, ünlü birini açmazla bulma. Yirmi bir soru. Genellikle önce iki takıma ayrılır ve 21 soru oynarız. Ünlü birini tutar bir takım. Yirmi soruda yanıtların sadece evet ve hayır olması koşuluyla o kişiyi bilip 21. soruda ismini söyleyebilirsek oyunu kazanırız. Sıra karşı takıma geçer. Herkesin bildiği basit bir oyundur bu. Benim rekorum birde bilmektir. Tutulan ismi otobüsteki herkesin biliyor olması şarttır. Bir keresinde yıllar yıllar önce karşı takım oynadı sıra bize geçti. Biz Hazreti Musa’yı tuttuk. Bilemediler. İtiraz ettiler: “Böyle biri de tutulabiliyor mu yani?” “Tutuluyor” dedik. Bunlar hararetle “Ya, peki o zaman biz de tuttuk” dediler. Oyun başladı. Ben Hazreti İsa’yı tuttunuz” dedim. Karşı takım itiraz etti: “Kim söyledi?” diye. “Siz söylediniz hemen o isim tutulur mu?” dedim. Son 15 yılda oynadığımız en ilginç oyun açmazdı. Evde yaz aylarında Savaş, Sumru, Mustafa, Leyla, ben bu oyunu çok sık oynardık. Oyun kolay gibi görünen son derece zor bir kafa oyunu. Bir taraf ünlü birini tutup baş harfini söylüyor. Karşı taraf o baş harften ünlü birini söylemek zorunda. Ama iş bu kadarla bitmiyor. Diyelim ki “İ” harfi ile birini tuttular. Karşı taraf bu harfle birini söyleyecek. Ama direkt söylemiyor ismi. Soruyor: “Ünlü bir eski pop sanatçısı mı” İlhan İrem değil” diyecek karşı takım. Çünkü tuttukları kişi İsmet İnönü. “Pekiii, ünlü bir İskandinav oyun yazarı mı?” İbsen değil” diyor karşı taraf. Yani iki takımda çok isim bilmeli. “Cumhurbaşkanlığı yaptı mı?” İlyiç Ulyanof Lenin değil” Sonunda ismi tutan takım bir ara sıkışıyor. Karşı taraf açmaz istiyor. Mesleğini söylüyor. “Mesleği asker ve politikacı.” “O zamaaan... İki savaş zaferi kazanmış mıdır?” diye soruyor takım... Şimdi İnönü değil diyecekler, diyemiyorlar çünkü karşı takım buldu tutulan kişiyi. “İsmet İnönü” diyor diğer takım ve oyunu kazanıyor... Nefistir. Oynamanızı salık veririm... Bizim otobüs yolculuklarımız giderken böyle geçerdi. Dönüş, oyundan sonra aynı gece olduğundan oyun bitiminde yemek yenir ve otobüste herkes uyurdu. Yine gelse o günler...

***

İNSANLIK İÇİN BİR DAMLA SUYUM

SİZ NE DERSENİZ DEYİN

ALÇALTIN YÜCELTİN

BEN BUYUM.

NURTEN VE SİNATRA

Nurten şu anda Los Angeles’te yaşıyor. 88 yaşında. En eski, fakat eskimeyen aile dostlarımdan biri. Hikâyesi harikadır. Nurten, Frank Sinatra ve Walt Disney hayranı. Eşi Ahmet abi, İstanbul’da “Papirüs” adlı lokalin işletmecesi. Vaktiyle Paris Hilton’un metrotelliğini yapmış, işi iyi bilen biri. Çok yakın dostuz. Yeşil Kart başvurusu yaptılar Amerika’ya. Çıktı, gittiler. Ahmet abi Frank Sinatra’nın işlettiği restorana; Nurten Walt Disney Stüdyolarına. Yani başka bir şey isteseler olacakmış. Nurten, Frank Sinatra’nın bir konserine bilet buluyor. Önce dış kapıda bekliyor. Geliyor Sinatra, arabasından iniyor ve çok sayıda koruması var. Nurten sesleniyor: “Sinatra, Mr. Sinatra, seni görmek için İstanbul’dan geldim.” Frank duymuyor bile, giriyor salona. Nurten deliriyor. Aradan yıllar geçiyor. Kocası Sinatra’nın restoranında çalışıyor ama Sinatra’nın oraya uğradığı yok. Ve günlerden bir gün Ahmet abinin yardımcısı “Nurten, bu akşam Frank Sinatra’nın evine gitmek ister misin?” diye soruyor. O gece Noel. Evde yemek var ve o yemek Sinatra’nın restoranından geliyor. “Siyah etek giy, beyaz bluz, benim yardımcım olarak gireceksin eve” diyor arkadaş. Nurten’de bir heyecan anlatılamaz. Her ne kadar son zamanlarda Sinatra yaşlı ve hasta ise de Nurten onu yakından görecek. Giriyorlar eve. Herkes bahçede. Nurten Sinatra’yı arıyor meraklı gözlerle. Yok. Bir odaya dalıyor. Bir koltukta oturmuş Nurten’inki, sakalı uzamış. Ufka doğru bakıyor. “Nasılsınız, Mr. Sinatra?” Cevap yok. Nurten dönüyor eve. “Keşke onu bu halde hiç görmeseydim” deyip durdu yıllarca. Frank Sinatra bir süre sonra hayattan ayrıldı. Nurten’in eşi Ahmet abi de öyle... Ve... Sinatra’yla aynı mezarlıkta yatıyorlar. Nurten kendine de orada yer ayırttı.

İZMİR’İM

İzmir. Hayatımın şehri. Onunla ilk 1966 yılında tanıştığımı daha önce anlattım. 1970 yılından itibaren ise artık tiyatro yaşamımın yerini gazino sahneleri alıyordu. Her yılın 20 Ağustos-20 Eylül’ü Enternasyonal İzmir Fuarı’nın açık olduğu bir aylık süreydi. Bütün sanatçılar fuardaki bahçe gazinoları ile anlaşırlar ve bir ay süreyle orada çalışırlardı. Komedyenler assolistten biraz önce sahneye çıkar, havayı değiştirir, sahneyi ısıtır ve assoliste hazırlardı. Çünkü genellikle az önce bir ses sanatçısı daha çıkmış olurdu. Üst üste şarkı olmasın diye böyle bir akış düşünülmüştü. Genellikle benim işim saat 24.00’te sona ererdi. Sonrasında yine sanatçılarla, arkadaşlarla buluşur, ya bir restorana, ya çöp şişçi Topçu’ya ya da gecenin ilerlemesini bekleyip paçacı Hamza’ya gidilirdi. Bir gün Hamza’da beyin paça yiyoruz. Demek ki beyne ihtiyacımız var. Zeki Müren de orada. Bizim masa çok neşeli. Zeki abi bana bir laf attı: “Müjdatçığım özel hayatında o kadar fazla espri yapıyorsun ki sahnede yapılacak bir şey kalmıyor.” Bu taşlamanın nedenini anlamıştım. Daha önceden de sözünü ettiğim gibi taklidinin yapılmasından hoşlanmıyordu... Hiç yanıt vermedim. Biz yine gülüp eğlenmeye devam ettik. Ama benden daha sonra özel olarak rica edince artık Zeki Müren taklidi yapmaktan vazgeçtim. Oysa en çok alkış alan bölümlerden biriydi programımda. İzmir günleri anlatmakla bitmez. Yaşanan kısa süreli aşklar, arkadaşlıklar, fuar bitince herkes evine, köylü köyüne misali, uzunca süre birbirleriyle hiç görüşmeyen sanatçılar... Yine de güzel günlerdi, güzel bir aydı ve en güzel yıllarıydı Türkiye’nin.

SEKSEN YAŞINDAN SONRA ACELEYİ YAVAŞ YAPMAYI ÖĞRENDİM.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Süalp Tansan 18 Kasım 2024
Baylan günleri 11 Kasım 2024
Açık açık söyle 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları