Mehmet Çoban
Mehmet Çoban teleformat2012@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Üç Kardeş

06 Nisan 2014 Pazar

Ege’de film setindeyiz. İlkyaz hüzünle geldi buralara. Seçimden sonra.
Rakı, balık, Ayvalık. Hayal oldu yine. Kötü haber tez duyulurmuş. “Zeytin Tepesi” dizisi yayından kaldırılmış. Bir yanda dizi emekçileri seti toparlıyor. Öte yanda yeni bir sinema filminin seti kuruluyor. Hüzünle umut yan yana.
Ayvalık, “Kırık Kanatlar” dizisinden beri doğal film platosu olmuş bir nevi. Yöre halkı geçimini setlerden kazanıyor neredeyse. Mekân kiraları İstanbul’u sollamış. Yerel cast ajansları bile var. Sokaklardan figüranlar devşiriliyor. Çocuklar bile diziyle sinema arasındaki kaşe farkından haberdar. “Abi dizi olursa oynarız, sinema filmine gelmeyiz” diyorlar. Dizilerden günlük 50- 100 Lira arasında para alıyorlar. “Sinemacılar bizim gibi çulsuz, para vermiyor’’ diye yakınıyorlar. ‘‘Aç karnına sanat yapılır mı be abicim?’’
Sinemacıların bu çocuklar kadar aklı yok mu? Hayal dünyası işte. Umut olmasa film olur muydu? Umut olmasa bu ülkeden Yılmaz Güney çıkar mıydı? Umutlarıyla sinemaya yelken açmış, şiirleriyle karnını doyuran yeni bir Yılmaz Güney’le karşılaşıyoruz Yelken’de. Adı Taner Cindoruk. Adanalı. Ve şair. Şiirleriyle besliyor tüm seti. Sadece benzerliğiyle değil, oyunculuk performansıyla da Yılmaz Güney’i çağrıştırıyor. İki kardeşi var. İkisi de oyuncu. Aile boyu iyi oyuncular yani. Abisi Caner Cindoruk şu sıralar Uğur Yücel’in Aramızda Kalsın dizisiyle ekranda. Yaprak Dökümü’nde doktor Nazmi ve Hanımın Çiftliği’nde Kemal rolleriyle belleklerimizde yer etmişti. Küçük kardeşi Münir Can ‘Not Defteri’ adlı yeni bir diziye başlıyor.
Üç kardeş. Hayatları tam bir dizi öyküsü. Hakiki ve samimi. Dizi sektörünün neden krize girdiğini anlıyor musunuz şimdi? Kendi hikâyelerimizi, kendi insanlarımızın dertlerini ele alacağımıza uyarlamalara bel bağlıyoruz. Tabii o zaman da televizyon izleyicisi dizilere yabancılaşıyor. Uzaklaşıyor. Reytingler yerlerde sürünüyor.
Oysa her bir yanımızdan hikâyeler fışkırıyor. Üç Kardeş’in hikâyesi “Üç Arkadaş” filmi tadında bir dizi olamaz mı? Adana’da yoksul bir aile düşünün. Baba işportacı. Geçim derdiyle uğraşırken tezgâhının arkasında utana sıkıla öyküler yazıyor. İşportacı baba çocuklarını okutup sanatçı yaparken kendisini de geliştiriyor, iki kez Orhan Kemal öykü ödülünü kazanıyor. Yazar Zafer Doruk için gazeteler, televizyonlar röportaja geliyorlar. Komşu esnaf işkilleniyor. “Suç filan mı işledin, bu ne iş?” diye sorguya çekiyorlar işportacı yazarı. “Öykü yazdığım için benimle röportaja gelmişler” diyebiliyor baba. “Öykü ne ola ki?’’ diye bakıyor esnaf. Sahi bu ülkede öykü yazmak suç değil mi her daim?
Günde 18 saat film setinde en ufak bir yorgunluk belirtisi olmadan çalışıyor Taner Cindoruk. Sonra da şiirleriyle besliyor set çalışanlarını. Adana rüzgârlarıyla kavrulmuş yanık sesiyle. Bazen eğlendiriyor, bazen hüzünlendiriyor. Rol arkadaşı Şeyda Terzioğlu da türküleriyle katılıyor resitale. Ve nihayet yeni Yılmaz Güneyler geliyor sinemamıza. Yeni Hülya Koçyiğitlerimiz selamlıyor bizi. Ekrandan başımızı çevirip sinemaya da bakmanın zamanı geldi. Artık.
Dizi çalışanlarıyla sinema emekçilerinin sorunlarını karşılaştırmak için gelmiştik Ayvalık’a. Ama elmayla armudu aynı sepette toplamak imkansız. Mantıksız. Bilimsel ve sosyolojik araştırmacıların işi bu.
Bizim işimiz umut.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Burada Laf Yok 2 Mart 2015
Beş Kardeş 22 Şubat 2015
Aşk, Tanrı ve Ceza 15 Şubat 2015

Günün Köşe Yazıları