Mehmet Çoban
Mehmet Çoban teleformat2012@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Kızma Birader

18 Ağustos 2013 Pazar

Futbol, televizyon ve particilik. Üç önemli milli meşgalemiz.
Tabii sadece taraftar olarak veya seyirci kalarak. Ülkem insanı spor deyince ayak topunu, medya deyince beyazcamdaki yarışma ve drama oyunlarını, siyaset deyince de partilerin ayak oyunlarını anlıyor. Oyunu seviyoruz vesselam. Oyunu seyretmeyi ve rakiplerden birine yandaş olmayı seviyoruz. Takım tutar gibi parti tutuyor, yandaş gazete okuyor, bizim mahallenin televizyonunu izliyoruz. Sonrası kavga. Milli boşalma ve sakinleşme meşguliyetimiz
‘kavga’yla bitiyor her oyunumuz.
Türkiye’nin en çok sevilen ve sayılan teknik direktörü kim? Tabii ki en çok kızan, bağıran, öfkelenen ve yeri geldiğinde hakemi bile dövmeye kalkan idmancı başı. Politikacısı kim diye sormaya gerek var mı? Kendi bakanını, işadamını, bürokratını ve yeri geldiğinde vatandaşını bile azarlayan, gençleri biber gazıyla susturan son sultan. (Son Mohikan’dan bir
‘Son Sultan’ uyarlaması yapılamaz mı? Bu fikri bir yere not edelim. Zihni Sinir’e ulaştıralım.)
Futbol sezonu açılıyor. İktidar tribünleri susturmaya çalışıyor. Bu ülkede siyasi katılım, eleştirel yaklaşım ve bağımsız düşünce yasak. Her şeye seyirci kalalım yeter. Kahve köşelerinde tavla oynayalım, kuaför salonlarında birbirimizi çekiştirelim, ekran başında da yarışma izleyelim. Diziler artık out. Yarışma programları in.
‘İyi seyirci trendleri yakından takip etmeli, di mi ama şekerim?’
Yaz sezonu yarışma programlarına kısa bir göz atın, ülkem insanının ekrandaki yansımasını birebir görebilirsiniz. ‘Şans Kapıda’ diye bir yarışma var. Ev içi mahremiyetini bile hiçe sayıyor. Birkaç kuruş para için kayınvalide geliniyle, oğul annesiyle birbirine giriyor. Yuvanın en kutsal yerinde harbiden ‘takas’ kılıfıyla kumar oynanıyor ve aile kavgasını milyonlar heyecanla seyrediyor. Peki ya o “Kapış Kapış’’ yarışması ne öyle? Ganimet odası diye bir yer var, yarışmayı kazananlar oradaki hediyeleri yağmalıyorlar. Atalarımızdan aldığımız genetik kodlarımızı hâlâ nasıl koruduğumuzu gösteren harika bir belgesel - reality show formatı. Fakat ben en çok ‘Kızma Kazan’ı tuttum.
Kızma Kazan’ın formatı aslında harika. Oyun içinde oyun üzerine kurulu. Tam bize göre. Gerçek bir televizyon programına konuk olduğunu sanan yarışmacılar, tam bir kurmacanın içinde buluyorlar kendilerini. Programı hazırlayan ekipse başına geleceklerden habersiz ve
‘masum’ konuğu kızdırmak için ellerinden geleni ardına koymuyorlar. 5 bin lira para ödülünü kazanmak isteyen ‘kurban’ın yapacağı tek şey ‘kızmamak’. Mümkün mü? Duygularına hâkim olmak ve sakin kalmak bize göre değil ki... Genelde yarışmacılar sona doğru öfkesine yenilip programı terk ediyor. Kıskançlık krizi geçiren sevgililer mi, takımını savunmak için rakip takımın taraftarının kafasını dağıtmak isteyen holiganlar mı, ne ararsanız var bu programda. Hepsi hakiki ve su katılmamış ‘kızgın’ vatandaş prototipi. Politikacılarımız gibi teknik direktörümüz ve seyircimiz de sonuçta aynı mayadan. Programın formatı iyi, ama yarışmanın altyapısı zayıf. Skeçler ve sorular daha iyi hazırlanabilir. Özellikle ekipteki Ayşe Melike Çerçi, ‘Oldu Teşekkürler’ skeçlerinden tanıdığım kadarıyla gelecek vaat eden iyi bir komedi oyuncusu, ama bu yarışmada samimiyetten ve doğallıktan uzak. Yarışma Türk insanının mizacına uygun biçimde daha sivri ve daha keskin kızdırma yöntemlerini zorlarsa, seyircinin istediği kavgalı bir oyuna dönüşebilir. Benden söylemesi.
Sahi, Kızma Kazan’dan sonra politikacıların yarışacağı
‘Kızma Birader’ formatını hangi kanal başlatacak ilkin? Büyük ödülü kimin alacağı baştan belli olduğu için mi cesaret edemiyor yapımcılar?

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Burada Laf Yok 2 Mart 2015
Beş Kardeş 22 Şubat 2015
Aşk, Tanrı ve Ceza 15 Şubat 2015

Günün Köşe Yazıları