Mehmet Basutçu

Hepimiz yoğun bakımda mıyız?

29 Ağustos 2024 Perşembe

İlk “Beetlejuice”u izlediğimi anımsamıyorum. Galiba hiç izlemedim. Hayaletlerin, vampirlerin ve acayip yaratıkların cirit attığı; çığlıkların kan göllerinde yankılandığı ortamlarda koşturan “ölü-gezerler”in, onların ruhlarlarıyla iletişime geçmeyi başaran medyumların heyecanlı serüvenlerine pek ısınamadım. Bu nedenle, festivalin açılış filmini hiçbir referansı olmayan, sıradan saf bir seyirci olarak izlemiş sayılırım. Türün meraklı uzmanları, 70 yaşına merdiven dayamış Tim Burton’un, 36 yıl sonra gerçekleştirdiği, karakterleri bir kuşak daha dal vermiş olan bu ikinci “Beetlejuice” ile getirebildiği farklılığı, yenilikleri, varsa özgün sesi uzun uzadıya değerlendirip tartışacaklardır. 

GENİŞ KADRO

Micheal Keaton, Monica Bellucci, Winona Ryder, Catherine O’Hara, Willem Dafoe ve başarılı genç oyuncu Jenna Ortega’dan oluşan geniş kadrosuyla çekiciliği artan bu filmi yer yer zevkle ancak fazla heyecanlanmadan, pek irkilmeden ama fazla da sıkılmadan izlediğimi belirterek ironik yaklaşımıyla eğlenceli bulduğum “Beetlejuice Beetlejuice”un yarışma dışı sunulmasının çok yerinde bir seçim olduğunun da altını çizeyim.

Ayrıca parçalarını zımbalayarak bedenini bütünleştiren, sonra da insan ruhu emerek beslenen karakterin (Monica Bellucci) kendini yeniden inşa ettiği sahnelerin vasat görselliğini, emme eylemini cep telefonlarımızı kullanarak yapan sosyal medyayla eşleştirmenin gerisindeki güncel taşlama kadar bile dahiyane bulmadığımı da belirtmek isterim...

Ne mutlu ki Tim Burton’un, Francis Ford Coppola’nın Cannes’da yarattığı büyük düş kırıklığıyla yarışması söz konusu bile değil.

İNSANLIK...

Renkli bir açılış için, festivalin Tim Burton’un filmine ihtiyacı olduğu söylenebilir belki ama “Orizzonti” (Ufuklar) seçkisinin açılışını yapan İtalyan Valerio Mastandrea’nın (1972) ikinci yönetmenlik denemesi olan “Nonostante”nin (Umutsuz Değil) Venedik gibi bir etkinliğin ışıklarına ihtiyacı olduğu ortada. 

Daha yerinde bir ifadeyle bu filmin ön plana çıkarılarak dünyaya tanıtılması, sinema sanatı adına çok daha önemli ve yapıcı bir tavır olarak değerlendirilmeli.

‘ÖLÜGEZER’

Hepimiz, uyurgezerliğin çok ötesinde, “ölügezer” yaratıklar olarak da tanımlanabilir miyiz acaba? Bir gün yok olacağının bilincindeki insanın, asırlar boyunca varoluşçu sancılar içinde kıvrana kıvrana geldiği bugünkü konumda, hepimiz bir noktada yoğun bakımda sırasının gelmesini bekleyen ölü ruhlara benzemiyor muyuz?

Dünyamızın giderek içine battığı derin bataklıklara alegorik bir yaklaşımla, bireysel açmazlardan, iç hesaplaşmalardan yola çıkarak dikkati çeken; baş karakteri de kendisi yorumlayan Valerio Mastandrea’nın mizansen becerisi de dikkate değer bir olgu. Bir hastanenin yoğun bakım servisinde geçen, zaman zaman fantastik sekanslar eşliğinde karakterlerinin geçmişine ve iç saplantılarına  yönelerek, yapay solunum cihazı dışında da nefes alıp veren bu gerçekçi ama onca umutsuzluk içinde umut ışığı da arayan film, “Orizzonti” için de çok iyi bir başlangıç. 

“Nonostante”nin başrolünü de üstlenen oyuncu yönetmen Valerio Mastandrea, yeni yaratıcı İtalyan sinemasının özgün adları arasına katılıyor.

Bir gece önce,  yani salı akşamı yapılan ön açılış gecesinde, İtalyan sinemasının eski ustalarından Vittorio De Sica’ya (1901-1974) saygı ve sevgi yüklü bir selam niteliğindeydi. De Sica’nın tam yetmiş yıl önce çektiği “L’oro di Napoli” adı altında toplanmış beş kısa öyküden uyarlanmış toplumsal güldürü türü film; içeriğiyle güncel, klasik biçemiyle de taptaze bir başyapıt olarak alkışlandı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları