Hikmet Çetinkaya

Yalan Makinesi...

18 Şubat 2014 Salı

Türkiye laik, demokratik bir hukuk devletidir değil mi?
Cumhuriyetimizin temelleri bağımsızlık savaşından sonra atılmış, Mustafa Kemal bu coğrafyada yaşayanların tümüne “Türkiye ahalisi” demiştir.
Şöyle dönüp bir bakın, Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne değin geçen süreye... Hayata, olup bitenlere... Tek partiden çoğulcu demokrasiye geçtiğimiz yıldan 2014 yılına...
Hukuk nedir, adalet nedir; kadınlara, çocuklara şiddet nedir?
Baskı, zulüm!
Yalan!
Darbe dönemleri, sivil iktidarlar...
Halkı kışkırtanlar, yalan söyleyenler, toplumda ayrımcılık yapanlar, din ve inanç üzerinden siyaset yapanlar...
Irkçılığa çanak tutanlar...
Camilerin, havraların, kiliselerin tümü Türkiye ahalisinindir...
Süleyman Demirel 1969’da söylemiş şu sözü:
“Camide ve kışlada siyaset yapılmaz...”

***

1970’lerde Türkiye ahalisi kışkırtıldı, mezhep çatışmaları yaratıldı, insanlarımız öldürüldü...
Geçmiş yıllarda “fısıltı gazetesi” vardı, şimdi “sosyal medya” var...
Medya var!
Yalan makinesi öyle çalışıyor ki, bir süre sonra herkes inanıyor.
Gezi sürecinde Kabataş’ta çocuklu bir kadın, sözde tartaklanmış, üzerine işenmiş, 70- 80 kadar bellerinden üstü çıplak adamın elinde tutsak kalmış, şiddete uğramış, yaralanmıştı değil mi?
Aylar sonra Kanal D görüntü yayımladı, olayın gerçek olmadığı ortaya çıktı.
Kadının elinde doktor raporu vardı “darp” edildiğine ilişkin.
Başörtülü kadın gazetecilere ağlayarak konuşmuştu...
Başbakan, dayanamadı o zaman:
“Benim başörtülü kardeşlerime, bacılarıma saldırdılar, darp ettiler...”
Çapulcuydu ya Gezi direnişçileri...
Hem merkez medyadaki hem yandaş gazeteciler ortalığı ayağa kaldırdı...
Bakıyorum bugün hepsi özür diliyor, yandaşların dışında...

***

Milliyet’in eski Genel Yayın Müdürü Derya Sazak’ın “Batsın Böyle Gazetecilik” adlı (Boyut Yayıncılık) kitabını okuyorum...
Milliyet’te “İmralı Zabıtları”nı yayımlayarak tarihi bir gazetecilik olayına imza atan Derya Sazak, kitabına İmralı’dan başlıyor, Gezi Direnişi’ni, 17 Aralık operasyonunun ayrıntılarını ve gözden kaçan olayları, bir bakıma “yalan makinesi”ni anlatıyor...
Kimi gazetelerin bayi tezgâhında 60-70 bin olan gerçek satışının 130-140 bin diye ilan edildiğini açıklıyor.
Türkiye yalan rüzgârlarının çok estiği bir ülkedir...
Memlekete baktığımızda çoğu kez karamsarlığa düşüyoruz.
Oysa toplum umut toplamalı!
Yalana kanmamalı...
Bir hukuk devletinde adaletin terazisi doğru tartmalı...
Dünyaca ünlü piyanistimiz, bestecimiz Fazıl Say, sosyal medyadan Ömer Hayyam’ın dizelerini paylaşınca ortalık ayağa kalkmış, din düşmanı, vatan haini olarak görülmemiş miydi?
Unuttuk bunları, unuttuk!
Çünkü unutkan bir toplumuz...
Fazıl Say, Ömer Hayyam’ın dizelerini paylaşması nedeniyle yargılandı ve 10 ay hapis cezası aldı.
Aynı yargıç, yolsuzluk soruşturmasında tutuklanan Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’a tahliye kararı verdi.
Birinin evinde piyanosu, bilgisayarı vardı, diğerinin ayakkabı kutularında 4.5 milyon dolar...
Bir bankacı evinde 4.5 milyon dolar saklar mı?
Bu karara Fazıl da şaşırmadı ben de!
Fazıl kararı öğrendikten sonra yazmış:
“My funny valentine!”
Yani...
“Benim şirin-komik sevgilim!”

***

Bir yanda yalan makinesi, öte yanda yalan rüzgârı...
Siyasi tarihimize baktığımızda yalan rüzgârları hep olmuştur...
Camiye bomba attılar, camide seviştiler, içki içtiler...
Darbeli yıllara da bakın darbesiz yıllara da.
Kahramanmaraş kıyımını, kanlı 1 Mayıs’ları, yargısız infazları düşünün...
Yok gemiyi batıracaklardı, yok Atatürk Kültür Merkezi’ni havaya uçuracaklardı...
Ergenekon sürek avı, Cumhuriyet’in üç kez bombalanması, üçüncüde medyada haber olması...
Kim attırmıştı bombayı, İlhan Selçuk değil mi?
Utanmadan yazılıp çizildi bunlar...
Bombayı atan, Danıştay katliamını yapan Alparslan Arslan’dı...
Eğer polis ilk bomba atıldığında Arslan’ı yakalasaydı, kanlı Danıştay baskını önlenecekti!
İşte böyle bizde demokrasi kahramanları, hak, hukuk diye nara atanlar!
Böyle!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları