Hikmet Çetinkaya

Titrek IşıklıBir Yolda...

15 Ocak 2012 Pazar
\n\n\n

Pablo Nerudanın deniz ilkbaharının o kışkırtan öpücüğü, bilmem sizin yüreğinizde de mis kokan halkayı yaratan gülün yapraklarını açar mı?

\n

Yağmur yağarken oturup bekler misiniz, dalda son kalan yaprağın dilsiz toprağa düşüşünü...

\n

Sessizlik bize göre değildir...

\n

Taşan deniz, sadelikten doğan gündelik uzamda, zamanın tebeşir kayalıkları bekler bizi.

\n

Kimsesizler mezarlığının önünden geçerken kimi ölümleri anımsarız akşam yıldızları altında.

\n

Sevdanın adresini ararız... ama bulamayız...

\n

***

\n

Bir şarkı yükselir fundalıklara bakan evin penceresinden, bizi çocukluğumuza, delikanlılık yıllarımıza götüren:

\n

Beyazdır ölümün güneşleri, çocukların saçları gibi...

\n

Paul Celanı tanıdığımız yıllar, benim sessiz annem ağlıyordu tüm insanlara.

\n

Çember-yıldız bağlarken sen o kırmızı kurdelaya, bir kurşunla annem kalbinden aldı yara...

\n

Bulutsuz taze yürekler, saçlarını rüzgâra vermiş kadınlar...

\n

Umudunu yitirmemiş şehirde memleketimin şarkılarını söyleyen sizler...

\n

Oysa ben A. Kadirin dizelerinde okumuştum, sokaklarda sırtüstü yatan çocukların mavi gözlerinde görmüştüm umudun tükenişini.

\n

***

\n

Bir yas gününü!

\n

Acıyı!

\n

Hüznü!

\n

Ölümü!

\n

Mazgallardan bakanların yumruklarında, kıraç bir toprakta, kıran yerlerinde, dağların yamaçlarında...

\n

Titrek ışıklı bir yolda, toplu sapakta, taçyaprakları ve taçyaprakların yansılarında ruhlarımız yolculuğa çıkmıştı.

\n

Ve şimdi kimi kurtuldu ölümden, kimi yapıştı toprağa yüzükoyun step kokan elleriyle... Gözlerimde derin izler. Sendendir canım yeniden yaşayabilmek, çıkmazlardan kurtulabilmek. Sonsuz uykulara dalmak... Bu son terk edilişim olur canım, en çok sevdiğim kokuların içinde canım!

\n

***

\n

Ah o yılların yorgunluğu...

\n

Sürgünler, hapislikler...

\n

Doğan güneşi yıllarca seyredememe, denize, dağlara, ovalara bakamama.

\n

Karanlık bir yağmur halinde midir başımızın üstünde ölüm?

\n

Bizim hiçbir hürriyetimiz yok,

\n

hiçbir hürriyetimiz,

\n

ne çalışmak, ne konuşmak, ne sevişmek.

\n

Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi,

\n

ben burda en büyük çileyi doldurayım,

\n

ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç.

\n

Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur,

\n

ben burda zerdalisiz bir dal gibi durayım.

\n

Sıkıntılı bir günün sonunda gazeteleri okuyordu insanlar...

\n

Televizyonlar ardı ardına ölüm haberleri veriyordu.

\n

Sessizce taşıyordu nehir, şişen sessizliğimize gizlenmiş öfkemizi, çığlığımızı.

\n

***

\n

Yapraklar haykırıyordu postalların altında...

\n

Babamın anlattığı kırklı yıllar, Hitler rejimi, katliamlar, İkinci Dünya Savaşı...

\n

Seçimli baskıcı rejimler, ölümler, gözdağları, işkenceler, zindanlar...

\n

Gözlerimin önünde gezdi dün sabah...

\n

Baktım rüzgârların estiği ağaçların tepesine, yağmurdan sonra beklediğim aydınlık gelmiyordu nedense.

\n

Kendimi kıyılara bırakılmış yoksun bir dere gibi hissettim...

\n

Vasko Popayı okudum, Larkini, Pasoliniyi...

\n

Yorgo Seferisin Bir Şairin Günlüğü (Can Yayınları), Adonisin New Yorka Mezarını (Can Yayınları).

\n

***

\n

Yağmurlu soğuk bir günün içinde Oktay Rifatla, Behçet Necatigille, Roethkeyle oturup konuşuyurum uzun uzun...

\n

Düşlerin o ağırlaşmış dünyasında, birlikte çekiyoruz içimize havayı...

\n

İçimizde ölüyor dış dünya... ve o biliyor beni tepeden tırnağa. Dönüyor gidecekmiş gibi... Yarı kuş yarı hayvan... Rüzgâr kalıyor yamaçta.

\n

Aşk her şey. Aşk, bildiğim ne varsa...

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları