Hikmet Çetinkaya

Kar Çiçekleri ve Güzel Helen...

22 Şubat 2015 Pazar

Kareli defterimin sararmış yapraklarında Octavia Paz’dan “Unutuş” dizeleri vardı yıllar önce yazılmış...
Kar çiçekleri gecenin aydınlığını arıyordu o saatlerde.
Dizeleri sessizce okurken kendimi gölgeli kışlara, dalgalı lacivert sulara bırakıyordum.
Benliğin sonsuzluğu, güzel Helen’in çapkın bakışları, ıslak sevişmelerin çığlığını anımsatıyordu.
İyonya’dan esen imbat, ay ışığı, Assos’tan Midilli’nin göz kırpan ışıkları...
Ötelenmiş yalnızlıkları, özlemleri bir kıyıya bırakmış, çakıl taşları toplamaya başlamıştım...
Bir rüyada gibiydim!
Sokakta oyun oynayan, okulda mini etek giyen kızlar şiddetin kurbanıydı.
Özgecan öldükten sonra ölüm başka kadınların kapısını çalmıştı.
Erkekler hoyrattı, erkekler vahşetin adresi...
Kadınlara saldıran iktidar şiddeti tırmandırırken, muhalif partilerin milletvekilleri, Musa Çam ve Ertuğrul Kürkçü iktidar partisinin milletvekilleri tarafından saldırıya uğruyordu.
İşte o anda rüyadan, güzelliklerden koptum...
Gözlerim çapkın bakışlı Helen’i aradı, İyonya kıyılarında, İda Dağı eteklerinde.
Boşuna arayıp durdum...
Beni de bırakıp gitmişti...
Güzel Helen, benden önce görmüştü Meclis’te HDP’li kadın milletvekilleri Pervin Buldan ve Sebahat Tuncel’in tartaklanmalarını...

***

Karanlık ve belirsiz günlerden geçerken bir aşk yazısı yazmak isteğiyle oturdum masama...
Aşk, sevgi bir toplumu tümleştirir!
Sevgisiz ve eğitimsiz bir toplum ortaçağın karanlığında yaşamaya mahkûmdur...
Kadını aşağılamak, şiddet uygulamak!
Özgecan Aslan’ın öldürülmesinin üzerinden kaç gün geçti?
Bildiğimiz, 3 kadın daha öldürüldü...
Şiddet toplumuna dönüştük...
Cizre’de 14 yaşındaki bir çocuğu kalbinden, 12 yaşındaki bir başka çocuğu başından vurarak öldürenler yakalanmadı bile...
Bu, açık açık devlet terörü değil miydi?
Soruyu kendi kendime sorarken dışarıya baktım, kar çiçeklerini aradım, yoktular...
Kuşlar ise çatıların arasına saklanmışlardı!..
Kış türkülerinin, kış sevişmelerinin alevinde, o canlı gülüşlerimizi bize bırakıp gitmiş yarı aydınlık bir gecede...
Söylencelerimiz bitmiş, Homeros’un “ışık sahili” bile derin bir uykuya dalmıştı...
O büzgülü kırmızı etekler giymiş nisan kapımızı çalacak mıydı?
Koltuğa oturdum ve düşünmeye başladım...
Paul Celan’ın dizelerini anımsadım, sararmış defterimi yeniden karıştırmaya başlayınca:
“Üzerimizdeki ağaçtan sarkıyordu saçların,
ama sen yoktun.
Biz dünyaydık sanki, sense büyük kapının
önünde bir çalılık.
Beyazdır ölümün güneşleri, çocuklarımızın
saçları gibi...”

***

Kar çiçeklerinin arasına saklanmıştı güzel Helen...
Karın erimesini, çiçeklerin yüzlerini göstermesini istiyordu sanki!
Bir yerlere saklanmıştı ama nereye! Ölümsüz güneşin bin bir renge büründüğü gün, o çılgın ve güzel Helen ansızın çıkıp gelir miydi?
Benim Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’den okuduğum, Azra Erhat’tan birçok kez dinlediğim Helen, İyonya Denizi’nin koylarından çapkın bakışlar fırlatmıştı 2 bin 500 yıl önce...
Erkekler o yakıcı bakışların sahibi Helen’i hiç incitmeden, kırmadan sevdiler hep...
Erkekleri kahretti, erkekleri bakışlarıyla yaktı kavurdu...
Lajos Kassák’ın kış çiçekleriyle taptaze kaldı Helen, yaşlansa bile...
“İç içe gökle, uzak hasret artığına sürgün; yaşamak bize kalandır hâlâ, parmaklarımız çoktan buza tutuklu...”
Yaşamak ancak kadınlarla, onları incitmeden, kırmadan kar çiçekleri gibi, Helen gibi değerli!

***

Tanınmış tarihçi arkadaşım Yaşar Aksoy’un Etki Yayınları’ndan çıkan 35 yıllık araştırmalarının sonucunu kapsayan “1915 GenelÖzel Soruda Ermeni Komşum- Soykırım İddiası ve Barış Yolu” ve “Kıbrıs Direnişi ve Çözüm” kitabını mutlaka okumanızı öneririm.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları