Hikmet Çetinkaya

Cehennem...

29 Kasım 2014 Cumartesi

Ey gözünü sevdiğimin memleketi...
Toprağına, dağına, ovasına, denizine, ırmağına sevdalandığım memleketim...
Ey gözünü sevdiğim halkım!
Aydınım, yazarım, emekçim, yoksulum...
Demokrasiyi, özgürlüğü ne kadar çok seviyoruz...
Hele yağmayı, talanı, soygunu!

Hırsızları!
Devlet hazinesini boşaltanları...
Rüşveti cebe, gelen hediyeleri dolaba koymayı nasıl savunuyoruz:
“Hediye alıp vermek Türk geleneğidir!”
Hey diline kurban, kara kaşlarına, kara gözlerine kurban senin yiğidim, aslanım benim!
AVM inşaatının yanı başında, kışın ayazında naylon çadırlarda uyuyan işçileri tanır mısın sen?
Birkaç yıl önce o işçilerden 12’sinin uykuda cayır cayır yandığını bilir miydin? Bilir miydin Mecidiyeköy’de inşaatı süren Torunlar şirketinin rezidanslarının dokuzuncu katından asansörle yere çakılan işçilerin öyküsünü...
O Tuncelili üniversite öğrencisi işçiyi?
Sen hayatı bilir miydin, düşünce özgürlüğünün ne olduğunu düşünür müydün?..
Evet, sen o ölümleri hiç görmüş müydün, acısını yüreğinde duyumsamış mıydın?
Evet, sen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargıcı Işıl Karakaş’ın açıklamasını duymuş muydun:
“Cumhuriyet gazetesinin yasağı reddetmesi en doğal hakkı!”

***

Sen kimsin?
Temel hak ve özgürlükler denilince ne anlarsın?
Halkı tepele, hırsızı akla!
Vay benim memleketimin halleri vay!
Kaçak Saraylar yaptın yoksulun sırtına binerek...
Gezi Parkı için buyruğu sen verdin gözlerin kapalı...
Berkin Elvan ve tüm eylemcileri “terörist” diye yaftaladın, havuz medyasıyla birlikte “Camide içki içtiler” yalanını öne sürdün, imam “yok öyle bir şey” deyince din adamını başka yere sürdün...
Polis kahraman, savcılar, yargıçlar efsaneydi o tarihte...
Hükümet ortaklığı sürüyordu...
Paşalar, gazeteciler, bilim insanları içeride...
Darbe tehdidi kalmamıştı!
Eh, Pensilvanya ne istediyse vermiştiniz, koskoca bakan söyledi.
Siyasetçiler, işadamları, sanayiciler, gazeteciler Pensilvanya’ya gitmek için sıraya girmişlerdi...
Ah şu 17/25 Aralık bombası patlamasaydı, ne güzel geçecekti kış...
Neyse, hakkını vermek gerekir...
Yiğidim çıktı meydanlara yerel seçimler öncesi... Yargıyı oraya taşıdı, muhalefetin şaşkınlığından yararlanıp sandıktan galip çıktı...
Ardından Cumhurbaşkanlığı haşhaşilerle birlikte muhalefet kündeye geldi...
Herkes ayağa kalktı, rahat nefes aldı...
Şimdi hesap sorma vakti!
Kimden mi?
Elbet rüşvet alanlardan değil!
Hediye alıp vermek Türk geleneğidir!

***

Ali İsmail’i, polis ve esnaf darbeye karşı oldukları için, sopalarla döverek öldürdüler...
Siz bu arada ne yapıyordunuz?
Kasalar, kutular, istiflenmiş paralar...
Onlar rüşvet değil hediyeymiş!
Aklayınız, aklayınız!
Bakan Bey, “kaç” dedi kaçmadınız!
Demek delikanlılığın raconunda kaçmak yoktu!
Dindardınız!
Günde beş vakit namaz da kılıyordunuz!
Vay benim delikanlım, racon kesen koçum...
Delikanlının kitabında çalma çırpma var mıydı, söyler misiniz?
Yargı ve polis...
İktidar ve cemaat...
Aklıma ne geldi biliyor musunuz?
1994 yılı...
Fethullah Gülen İstanbul’da Altunizade’de oturuyordu...
RTE, Büyükşehir Belediye Başkanı olarak Fethullah Gülen’i ziyaret etmişti...
Yıllar çabuk geçiyor...
Şimdi düşman kardeş oldu eski dostlar...
40 yıldır yargı, polis, eğitim ve TSK’de örgütleniyordu Fethullahçılar...
40 yıl sonra dostluk bozuldu...
Ah şu 17/25 Aralık olmasaydı ah!
Yukarıda Allah var, hesap verin delikanlılar, gelin her şeyi itiraf edin...
Allah’ın bildiğini kuldan saklamayın!
Cehennemde cayır cayır yanarsınız...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları