Hikmet Çetinkaya

Bölük Pörçük Anılar...

09 Ekim 2011 Pazar

Işıltılı bir güz sabahı... Aydınlık, maviler giyinmiş bir gökyüzü...

Parlayan cılız ve belleksiz bir akşamın yıldızlarını seyretmiştim geç saatlere kadar... Uçsuz bucaksız bir inci çiçeğinin iki orta yaprağı gibiydim.

Andre Bretonun dizelerini okurken dalgalar kıyıyı yalıyordu.

Çiy altında gül görüntüsünü, kapatılmış kapıları, yalnızlık günlerimi, demir sürgülü zindanları, işkenceleri, kitaptan öcünü alan darbeci paşaları anımsadım nedense.

Ve kendi kendime mırıldanmaya başladım:

1934ün güzel yarı gününde.. hava görklü bir çiçekti barbunya rengi.. ve yaprakları sigara kâğıdında bir ağaçla başlardı orman.. ben içine dalmaya hazırlanınca.. çünkü seni bekliyordum.. ve benimle gelirsen.. nereye olursa olsun.. gümüşün üzerine kazılı nakıştır ağzın.

***

Yaygın ve kırık kırmızı tekerleğin durmadan yükseldiğini gördüm gözlerimle...

Bretonun, Sergey Yeseninin şiiirlerinde kendimi buldum.

Umutsuz bir umutla ölmeyi, savaş çapulcularını düşündüm.

Şarkılar zindanında çürüdüğümü çok geç anladım...

Başımı kaldırdım göğe...

Anılarım geçti gözlerimin önünden... Ziya Yılmaz, Saffet Alp, Mahir Çayan...

Ziya, Türkiyede özgürlüğün, demokrasinin ve emeğin savunucusuydu...

Gençler tanımazdı onları... Ziya, 68 kuşağının bir neferiydi...

75 yaşında gözlerini yaşama yumdu... Kızılderede vurulan kuzeni Nihat Yılmazın Fatsa’daki mezarının yanı başında toprağın koynuna koyuldu.

Bahriye Üçokun katledilişinin 21. yıldönümüydü...

Bombalı kitapla öldürülmüştü Üçok...

Tuzak böyle kurulmuştu.

Ölümün adı yoktu!

***

Ne öfke ne pişmanlık, ne tartışma ne de suçu paylaşmak...

Yaşama, aşka, şiire, özgürlüğe, barışa dair bir şeyler söylemek.

İşte buydu yaşam, buydu ölüm! Hüznün gülüşü yalnız, bir soluk kış manzarasıdır aslında... Dağlarda, ovalarda, kuytuluklarda.

Zamanın sesi ve soluğudur anlayana!

Bir kavun misali

Yuvarlatıyor ayı

Dalgalar yalıyor kıyıyı

Tam böyle bir gece

Frenkler

Onları kurşuna dizdiler.

Sosyalizm uğruna

Haydi kalk

Ayağa kalktı bütün halk

Çarlığa karşı

El ele

Hem köylü hem de amele

Şafak sökmeye başlayınca... Gün ışıyınca... Mevsim sonbahar olunca, gel de hüzünlenme.

Işık sırtlı günleri bekleme...

Kelepçelenmiş kelimeleri özgürce haykırma!

***

Ne öyküden ne de yazgıdan vazgeçileceğinin zamanı değil artık.

Bir ağacın gölgesine uzanmak... Soluk ve dalgın bakmak uçan kuşlara...

Suyun sızıntısını izlemek toprakta.

Uzun uzun düşünmek, yazmak saatlerce geçen yılları, kaybolmaya yüz tutan anıları. Palmiyeler arasındaki titrek oyunu, bir sesi, müziği, insanı yuvarlayan ırmakların akışını sularda.

Boğazlanmış bir yaşam ve rüzgâr... Bir ahşap iskele... Gençler... Yaşlılar... Kadınlar ve erkekler...

Serdar Alten, Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses ve Osman Nuri Uzunlar 33 yıl önce Bahçelievlerde karanlık güçlerce katledildi...

TİPli gençlerdi onlar...

Behice Boranı da 24 yıl önce yitirmiştik...

Sosyalizme, barışa, insanlığa, emeğin örgütlü gücüne, bilime adamıştı kendisini...

***

Acılarla tümleştik... Ölümlerle yandık, tutuştuk... Öykülerde kaldı adlarımız... Sanki masal kahramanlarıydık...

Gecenin ayazında öldük öldük dirildik.

Böyle bir kuşaktık biz.

Şimdilerde leblebi taneleri gibi dağıldık sağa sola...

Yaşamı avuçlarımızda tutmayı unuttuk!

Sevgiyi unuttuk!

Bilir misiniz, her gölge ruhunda tanır ışığı... Acıyı, sevgiyi...

Sönmüş bağıntıları sözcükler aydınlatır eğer onurluysanız!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları