Güray Öz
Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Şu Osmanlıca Meselesi

10 Aralık 2014 Çarşamba

Bu çetrefil meseleye bir telaş müdahil olmadan evvel hemen beyan edelim ki, “Osmanlıca diye bir dil yoktur” demekte ukala takımı. Derler ki; “Yoktur, çünkü Osmanlıca diye bir gramer yoktur. Türkçe, Arapça ve Farsçanın kuralları, karışık bir şekilde hemhal olmuş, bir ‘saray’, bir ‘devlet’ dili ortaya çıkmıştır. Bu aynı zamanda bütün saraylar gibi Saray’ın halkından yabancılaşmasının da tuhaf ama gerçek hikâyesidir. İmparatorlukta yaşayan Türk ahalinin dili hiçbir zaman Osmanlıca olmadı. İmparatorluk geniş bir coğrafyaya yayılmıştı; fethettiği yerlerin dillerine, kültürlerine de, ki epeyce gelişmiş diller, kültürlerdi, herhangi bir itirazı vaki değildir, olamazdı da zaten. Hem yayılmacılığı emperyal karakter taşımıyordu; yalnızca talandan, vergi almaktan ibaretti, hem de fethi tamamlayacak ekonomik bir sisteme sahip değildi. Büyük Britanya’nın ana unsuru İngilizler, gittikleri yere sömürüyle birlikte kendi dillerini götürdüler; emperyalist egemenliğe uygun davrandılar. Fransızlar, İspanyollar, Portekizliler de öyle yaptılar. Garip ve gururlu Osmanlı fütuhatın şerefinden gayrısının peşine zinhar düşmedi.”

***

Ukalada laf çok. Bu geveze takımı, “Eski yazı, yani Arap alfabesi de Osmanlıcanın olmazsa olmaz şartı değildir. Osmanlıca Latin alfabesi ile de yazılabilir. Şimdi ‘ille de öğrenilecek, öğretilecek’ diye tutturmalarının nedeni Arap alfabesinin geri getirilmesinin hayalidir ki, derin bir stratejinin icabındandır. Lakin boşunadır, imkânsızdır. Latin alfabesinin Türkiye’de görece kolay kabul edilmesinin nedeni, halkın zaten Arapça, Farsça, Türkçe kırması bu suni lisanı bilmemesi, Osmanlı deyimiyle ‘etrak-ı bi idrak’ akılsız Türk’ün kaba Türkçe konuşmakta ısrar etmesi, okuryazar oranının çok düşük olması idi; alfabe değişince kurtuldu da okuma yazma öğrendi” diyerek can sıkmakta, ısrar etmektedir.

***

Neyse ki Arap alfabesi, eski yazı, üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde okutuluyor. Ortaöğretimde seçmeli ders olmasına da şükür itiraz eden yok gibidir. Lakin “stratejik derinlik”ten anlamayan zevat “dileyen Osmanlıcayı bir sözlük yardımıyla azıcık sökebilir; Divan şiirini anlayabilir, eski metinleri okuyabilir; tıpkı eski dönem İngilizcesini okuyarak modern İngilizceyi zenginleştiren akademisyenler gibi gelişkin Türkçesine bu kültürel hafızayı, zenginliği ekleyebilir; gerisi iktidarın gördüğü Osmanlı rüyası ve diğer panik atakları gibi ideolojik saldırıdan ibarettir; ham hayaldir” demekte ki benim de kafam karışmadı desem yalan olur mirim.

***

Gelin ham hayal mi, değil mi bir bakalım. İnternetin Wikipedia’sından aldığımız iki örnek bize bu konuda bir fikir verecektir. Şeyhülislam Esad Efendi’nin 1725-32 yılları arasında yazdığı Lehcet-ül Lugat isimli sözlüğün önsözünden 18. yüzyıl Osmanlı Türkçesinin rafine bir cümlesinden, tamamını nakletmeye yerimiz yetmez, bir iki satır alalım: “Amed-i medid ve ahd-i ba’iddir ki daniş-gâh-ı istifadede nihade-i zanu-yı taleb etmekle arzu-yı kesb-i edeb kılıp gerçi irre-i ahen-i berd-i gûşiş-i bî-müzd zerre-i fulad-ı fu’ad-ı infihamı hıred edemeyip şecere bî-semere-i isti’daddan yek-bar-ı imkân intişar-ı nüşare-i asar-ı hayr-ül me’ad as’ab-ı min-hart-ül katad olup ....”

***

Örneklere boğmayalım kendimizi de azıcık “halk” diline yaklaşalım. 1736 yılında İran sefaret heyetine müzisyen olarak katılan Tamburi Artin Efendi’nin Ermeni harfleriyle Türkçe yazdığı seyahatnamesine bir göz atalım: “Yezd ile Kerman arasında kum deryası dedikleri vardır ki (...) Damlara ve sokaklara bir adam nazar etse gûya kar yağmış sanır. Yol üzerinde bir buçuk, iki saat çekecek kadar yerde kule gibi miller yapılıdır ki karşına tutar da öyle gidersin. Eğer o milleri sağına veya soluna alır isen, yolu şaşırırsın (...) Atın ayağı eğer oralara basacak olursa kurtulmak muhaldır. Çabalandıkça batar gider.”
İşte ben de yoldan çıkmış durumdayım ki, bildiğim ne kadar kelam varsa unutmuş haldeyim. Korkarım bizim küheylanın ayakları da kum batağa girmek üzeredir. Endişe içindeyim; akıbet buradasöylendiği gibi olmasın. Öyleyse eyvah ki eyvah:
Çabaladıkça batmak mukadderdir vesselam.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları