Feyzi Açıkalın

Depremin getirdiği

01 Kasım 2020 Pazar

Liseyi İzmir’de yatılı okudum. Uzun yatakhane koridorundaki metal dolapların birbirine çarparak çıkardığı korkunç sesi, yıllarca depremin uğultusu diye yakınlarıma anlattıydım.

Deprem biz veletler için bir oyundu. Büyük bir çeviklikle daha ilk sarsıntıda terliklerinin üstüne konarak, on saniyede yatakhaneyi terk eden arkadaşımız Ufuk efsane olmuştu.

Tarih dersinde, depremle yok olan antik şehirleri yarım kulak dinledik. O zamanlar insanlık tarihini yaşamımızın kısacık süresiyle eşdeğer gördüğümüz için depremin yıkıcılığını, yol açtıklarını doğal olarak hiç anlamadık.

Anlattıklarım yarım asır öncesine aittir… Ancak haftalar sonra binlerce ölüsü olduğunu öğrenebildiğimiz 1966 Varto depreminin üstünden geçen süreden bahsediyorum. 

Şimdi artık ya deneyim ya da iletişim kanallarının gücüyle ve de büyük şehirlerimizi vurabileceği kaygısıyla depremi iliklerimize kadar hissediyoruz. Ama yalnızca hissediyoruz…

Deprem yine düştüğü yeri yakıyor. Geri kalanımız karmaşık duygular içindeyiz. Bencilce kendimize kıyamıyor, gerçeklerden kaçmak için, dramatize edilen yorumları dinlemiyor, görüntüleri izlemiyoruz. Beri yandan, kendimizi hiç bilmediğimiz duaları okur buluyoruz, sessizce.

Elli yıl öncesine göre bilimin ışığında daha öngörülebilir, tahmin edilebilir olmasına seviniyoruz. Diğer taraftan dinbazların depremi, “ kıyametin bir alıştırması” olarak görmesine küfrediyoruz, öfkeyle.

Çirkin politikacının, ülkenin kronik sorunlarını unutturmada bir başka lütuf olarak görüp üstüne atladığı görüntüleri tiksintiyle izlerken araya kurtarma ekipleri giriyor. Muhtemelen ülkenin en kaliteli, en aydın, en özverili, en cesur kadın ve erkeklerini göz yaşlarıyla izliyoruz.

“Kötülüğün” kitabının yazıldığı bir siyasi rejim döneminde “iyiliğin” kurtarma ekiplerinde vücut bulduğunu görüyoruz. Umutlanıyoruz ülkenin insan varlığı adına. Ama her şey gibi onun da istismar edilebileceğini adımız gibi biliyoruz.  

Koskoca bir devlet ve onun yayın organları, kurtarmaya yönelik başarı öykülerini öne çıkarıp, onunla övünürken aklımıza tabii ki deprem paralarının nereye gittiği ve her birkaç yılda bir çürük binalara para karşılığı getirilen imar barışı geliyor.

En kötüsü, uluslararası ölçekte bir felaket olarak nitelenebilecek böylesi bir yıkımın, bir ara gündem maddesi olarak birkaç gün içinde geçerliğini yitireceğini bilmemiz oluyor. 

Kafa karışıklığında imdadıma aynı isimli iki kadın yetişiyor. Ayşen’lerden büyük olanı, “Ölmedik ama ruhlarımız öldü sanırım. Kurtarma ekiplerinden başka kimseye güven kırıntısı olmaz mı insanda?” diye soruyor.

Küçük olanı ise daha büyük sözler etmiş: “Seven sevdiğine sarılsın, çok ölümlü bir dünya bu. Hiç ölmeyecek gibi düzenle kavga edip, yarın ölecekmiş gibi sevdiklerimize sarılacağız. Kimse kimseyi kırmasın ıncık cıncık yüzünden. Değmeyecek, giden geri dönmeyecek…” 

Çok yaşayın okulumun İzmirli kızları…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları