Hem her şey var, hem hiçbir şey yok!..

30 Haziran 2020 Salı

Türkiye garip bir ülke, “her şey ve hiçbir şeyin” iç içe geçtiği bir durum yaşıyoruz:

- Bir yanda Genco Erkal’ların, Fazıl Say’ların, İdil Biret’lerin, Aziz Sancar’ların, Nâzım Hikmet’lerin Atatürk’ün Cumhuriyet Türkiyesi’nde ülkemize (ve dünyaya) örnek olmuş insanların bolca bulunduğu bir toplum…

- Öte yanda okumuş yazmışlar bize zarar verir, bize cahil insanlar lazım diyen “profesörlerin” etkili olduğu bir yapı…

- Bir tarafta Prof. Sıddık Sami Onar’dan Prof. Kenan Bulutoğlu’na kadar hukuk ve kamu maliyesi alanında, uygulamada da teoride de yücelmiş bilim insanları bu cumhuriyeti sahiplenmişler…

- Öte yanda, “Biz güncel (ve günlük) duruma göre hareket ederiz” diyen “bakanlarımız”…

Demokrasinin işlemediği bir ülkede hukuk fakültesinden geçilmiyor: saydamlığın sıfırlandığı bir yapıda ortalıkta, “işletmeci” ve “maliyeci”den bol bir şey yok…

- En iyi mimarları biz yetiştirirken en kötü ve çirkin binaları yine biz yapıyoruz, o güzelim doğamızı yerle bir ediyoruz.

- Bir yanda “finansal ekonomi” alanında ahkâm kesen bolca “uzman”: öte yanda Merkez Bankası’nın siyasetçinin emri ile uygulama yaptığı bir düzen.

- Bir yanda çağdaş, insana ve doğaya saygılı belediyeler, öte yanda yandaşlığı ve liyakatsizliği kural sayan yönetimler.

Ve dün, kâğıttan şeker fabrikalarına, Aliağa’lardan Tank ve Palet fabrikalarına her şeyimiz vardı: her şeyimizi çok büyük oranda yerli karşılayabiliyorduk. İlaçtan deriye, demir-çelikten kâğıda… bugün cevizi de samanı da ithal eder hale düştük. Güçlü tarım sektöründen, “olmayan tarım ürünlerine”

Ve dün, Avrupa’nın en iyi, en çağdaş, en ilerici anayasalarından birini, 1961 Anayasası’nı adeta cennette gibi yaşadık: bugün uygar dünyada yeri bulunmayan tek adam rejimi ile yüz yüze getirildik.

“Her şey”den “hiçbir şey”e geldik: her şey ve hiçbir şeyi adeta art arda yaşadık.

- 1964’te Johnson’un mektubuna karşı, “yeni bir dünya kurulur, Türkiye de onun içinde yer alır” diyen bir İnönü vardı: ABD’nin “afyon ekimi” tehdidine karşı tepkisini ortaya koyan bir Ecevit vardı. 1974’te Kıbrıs’ta ABD tehdidine karşı hiç tınmadan karşı koyan Ecevit - Erbakan koalisyonu yaşadık.

Ve ne olduysa…

Ve ne olduysa ABD’nin BOP’una hayır diyen Ecevit, bir koalisyon ortağının “çıkışı ile devre dışı bıraktırıldı”. İşte ondan sonra “her şeyden hiçbir şeye” geçiş süreci programlı biçimde uygulamaya konuldu.

- “Batı’nın talepleri ile bizim taleplerimiz 200 yıldır ilk defa örtüştü” diyenlerin yolu açıldı. Bu köşede 2005-2006’da yazdım.

- Özelleştirmeler, en değerli kamu kurumlarının kapatılıp devre dışı bırakılmaları, “her şeyden hiçbir şeye geçişin” altyapısını hazırladı, ülkenin içi boşaltıldı…

- FETÖ (ve ABD’nin) Ergenekon ve Balyoz operasyonları, “ulusal çıkarların, ulusal güçlerin ve parlamenter rejimin” tasfiyesini gerçekleştirdi.

- İç dinamiklerdeki karmaşa ve çöküntü Ankara’nın, “Washington ve Moskova arasında bir salıncak gibi” sallanmasına yol açtı. F-35’ler ile S-400’ler arasında cambazı oynuyoruz.

Onlar satranç oynarken biz “dama” oyuncusu gibi kaldık. Sivil toplumsal örgütlenmelerin, TSK’nin ve parlamenter sistemin eski kimliklerini kaybetmeleri: bunların yerine dinci örgütlenmelerin yavaş yavaş siyasete, ekonomiye, güvenliğe ve günlük yaşam tarzına egemen olmaya başlamaları “bölgede hesabı olan ABD ve Rusya’nın da işine yaradı”:

- ABD Irak ve Suriye’de büyük ölçüde amacına bu sayede ulaştı ve İsrail’in taleplerini garanti altına aldı.

- Rusya da Ankara - Esad kavgası sayesinde, Suriye’ye hiç çıkmamacasına yerleşti.

Türkiye dünden bugüne, “her şeyle hiçbir şey” arasında gidip gelen bir konumda: sorunun temelinde, yıllardır bu köşede yazdığım gibi, “siyasal İslam-emperyalizm” işbirliğinin ürettiği yeni iç dinamikler yatmaktadır.

Son kitabım “Yüzleşme”de, bunları, biraz da kendi anılarım üzerinden gözler önüne sermeye çalıştım: “Her şeyle hiçbir şey arasında gidip gelen” güzel yurdumuzun trajikomik konumunu dile getirmek istedim…

En güzel, en yurtsever, en demokrat ve kamusal yararı en fazla koruyan insanlarımız içerden ve dışarıdan hedef alındılar. “Hiçbir şey” yerine “her şeyi” yeniden yaratmak, üretmek  zorundayız… Dün başardık bugün de başarırız…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları