Vicdan sorgusu

04 Mart 2023 Cumartesi

Dönemin ünlü paşalarından biri, yanına adamlarını da alarak saltanat kayıklarından birine biner. Hava rüzgârlı mı rüzgârlıdır. Denizde dev dalgalar... Dümenci ve kürekçiler. Kayığı idare etmeye çalışırken paşa da olur olmaz emirler yağdırmaya başlar; “Küreği şu yöne çek”, “Siya yap!”, “Alargada kalma!” Kayıkçılar ne yapacağını şaşırır ve çaresiz emirleri uygulamaya başlar. Gidişat kötü olmakla birlikte emir büyük yerdendir. Bir süre sonra olanlar olur ve kayık karaya oturur. Paşa, kayıkçıları azarlamayı sürdürür: “Gördünüz mü, ben demedim mi karaya oturduk işte!” Adamları iştahla söze girer: “Güle güle oturun, paşam!” “Aman da aman, oturduğumuz kara size nasıl da yakıştı.” “Allah oturduğunuz yerden kalkmayı nasip etmesin!” Alın size hiçbir dönem değişmeyen dalkavukluğun onursuzlukla iç içe geçen örneği... 

***

Satrapın biri takma gözlüdür. Yanındaki adamlarından birine, “Söyle bakalım, hangi gözüm gerçek, hangi gözüm takma” diye sorar. Adam şöyle bir bakar ve yanılmadan şakkadanak takma gözünü işaret eder: “Bu gözünüz efendim?” 

Satrap, takma gözünün doğal göründüğünden emindir. Şaşırır ve “Nereden anladın” diye sorar. Adamının verdiği yanıt ise kinayelidir: “Takma gözünüz daha şefkatli bakıyor, efendim.” 

Hakikat, hangi şartlar olursa olsun kendini belli eder. 

***

Geçtiğimiz yüzyıla kadar edebiyat, insan onurunu her şeyden üstün görenleri anlatıyordu. Şövalye romanlarını düşünelim: Ortaçağ Avrupası’nda özel eğitimle yetişmiş, belli ülküler taşıyan, soylu atlı savaşçılardı her biri. Cervantes ise bu dönemin ironisini asla soyluluktan vazgeçmeden Don Kişot’ta ele aldı. Tek bir amacı vardı, çaresiz, güzel prensesleri kapalı kaldığı soğuk, rutubetli şatolardan kurtarmak, haksızlıkları elinin tersiyle itmek... 

***

Dönem değişti ama onurlarından ödün vermeyenler asla değişmedi. Lermontov’un, “Zamanımızın bir kahramanı”nı düşünelim: Genç ve yakışıklı subay Grigoriy Peçorin, servetinin kibriyle kalp kırmaktan çekinmez, samimiyetten uzak, kötücül duygularının farkında olsa da vicdan azabı duymadan yoluna devam eder. Ancak sayfalar ilerledikçe Peçorin’in ruhuna acır, bir an önce silkineceğini bekleriz. Peçorin beklenen hamleyi rulet oyunuyla yapar. Adeta bir onur savaşımının ortasında hesabını ölmeyi bilerek keser. Dolayısıyla Peçorin bile en sonunda haysiyet kavramı karşısında boynunu büker. 

***

Şu bir gerçek ki bir zehirli sarmaşık gibi bizi esir alan kapitalizm, insan onuruna aykırıdır. Onur sözcüğü, adalet, ayrımcılık yasağı, azınlıklar, basın özgürlüğü, cezasızlık, çocuk hakları, din ve inanç özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, eğitim hakkı, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, engelliler, gizlilik hakkı, gözaltı-tutuklama, ırk ayrımcılığı, işkence, kadın hakları, mülteciler-sığınmacılar-göçmenler-insan ticareti, örgütlenme gibi noktalarda sınanır. 

***

Ancak insan onuru aynı zamanda, dünyanın neresinde olursa olsun sizi bir vicdan sorgusuna alır. Geçtiğimiz günlerde Yunanistan’da tren kazasında kendisini sorumlu gören ulaştırma bakanının istifası da haysiyet kavramıyla iç içedir. Victor E. Frankle boşuna demedi, “İnsan, onurunu toplama kampında bile koruyabilir”.

***

Peki biz onuru nereye gömdük? Önce onu bulup çıkaralım! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları