‘Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum...’

11 Şubat 2023 Cumartesi

Bugün depremin yedinci günü. İnsanlarımız öldü... Onlarla birlikte kuşlar, kediler, köpekler öldü. Ağaçlar öldü. Nefes alan hemen her şey toprağın altına çekildi. Yorgun binalar un ufak oldu. Uykularımız öldü. Kimi deprem bölgesinde aldı soluğu kimi uzaktan denizde bir damla olacak yardımı örgütlemeye çalıştı. Hayat devam edecek, yine öfkelenecek, ağlayacak, sevinecek, şarkılar söyleceğiz. İyi bir fikir sandığımız her şey berbat bir fikir çıkacak. Bu uzun sürecek yas döneminde söylediğimiz her söz bize yük olarak dönecek. Çaresizlik sözcüğü sakil kalacak. Başkaca bir dil arayacağız. Yeni bir dil... Hiçbir söz anlamı karşılamıyor duygusundan kurtulamayacağız bir süre. Çünkü gözümüzün içine bakan bir şey olmazcılar, denetim yapmazcılar, rüşvetçiler, rantı hayatında en büyük değer sanıcılar, hırsız müteahhitler, kaderi bilimin önünde tutucular büyük bir katliama yol açtı. Ne acı ki bu katliam bu topraklarda belirli aralıklarla yeniden tekrarlanıyor. Bu yüzden belki de, büyük şairimiz Nâzım Hikmet’in 1939 Erzincan depremi sonrasında cezaevinden yazdığı şiir bizi hâlâ derinden yaralıyor. Her dizesi elimizde, kolumuzda derin bir kesik gibi sızım sızım sızlıyor: “Uyanıp kaçamadılar/ Kuş olup uçamadılar/ Açıldı kuyular kimse inemez/ Erzincan beygiri rahvandır amma/ Ölüler ata binemez,/ Yan yana sırt üstü yatan ölüler...”   

*

Ne gündüzümüz kaldı ne gecemiz. Yediğimiz yemekten, giydiğimiz giysiden, içtiğimiz sudan, elimizi yıkadığımız sabundan, oturduğumuz koltuktan, dışarIdaki kurt soğuğuna rağmen ısındığımız yuvamızdan utanır olduk. Oysa çok uzun zamandır bu ülkede mahcup olma duygusunu yitirmek utanılası bir şeye dönüştü. Hüseyin Rahmi Gürpınar, “Utanmaz Adam” romanında, bireysel çöküntüyle toplumsal yozlaşmayı bir tutmuştu. Nasıl mı? “Utanmaz Adam”, yoksulluktan çıkıp parasına para katıp şantajla, tehditle, pişkinlikle iç içe geçen dolandırıcılıkla servetine servet katan bir adamın hikâyesini anlatıyordu. Bozuk düzende sadece “iyi olmak” saflıkla eşdeğer bir şeydir. “Utanmaz Adam”, romanın sonunda amacına ulaşmış, zenginliği sayesinde sosyal meseleler üzerinde konferanslar veren itibarlı birine dönüşmüştü. Hüseyin Rahmi Gürpınar, yaşadığı yıllarda sadece sistem sorununa değiniyor, sınıf atlayan insanların kâğıt banknotlar sayesinde nasıl değerli olduğunu göstermeye çalışıyordu. Yaşasaydı, yeni “utanmaz adam”ların  türediğini, bunların arsızca hayatlarını giydikleri milyonluk çizgili takım elbiselerle, şatafatlı hayatlarını görgüsüzlükleriyle perçinleyerek sürdürdüğünü, çevirdikleri dolaplarla aldıkları ihalelerden kazandıkları devasa paralar kesilmesin diye kol kola girdiklerini, çalıp çırparak, her şeyin içini boşaltarak yaptıkları evlerin, yolların hatta viyadüklerin tuzla buz olması karşısında sırıttıklarını anlatırdı. Çünkü ancak merhamet duygusunu yitirerek çalıp çırpabilirsiniz. Göçükten yaralı çıkan madenciyi hatırlayın. Çizmesi çamur dolu olduğu için sedyeye uzanmaktan çekinen... Çünkü o emekçidir. Bir başka emekçinin o sedyeyi temizleyeceğini bilir. Utanma duygusu güçsüze özgüdür. Para sayesinde güç devrişip muktedir olandan, vicdan beklemek ise boş bir çabadır. Ona, “Hiç vicdanın yok mu?” diye haykırmanın anlamı yoktur. Size gülüp geçecektir. O yüzden modern ülkelerde hiçbir siyasetçinin muktedire dönüşmesine izin verilmez! Bir siyasetçiden insan kalması, herkesi eşiti olarak görmesi beklenir.

*

Bu ülkede elli yıldır, tiyatro sahnelerinden, bütün Anadolu’yu dolaşarak erdemi, vicdanı, haysiyeti haykıran Orhan abimizin (Aydın) kızı tam bir haftadır beton yığınının altında yatıyor. Arkadaşım şair, müzisyen Mehtap Meral göcük altındaki ailesine ulaşmak için vinç arıyor. Şair Betül Dünder, kuzen ölümünün acısını yaşıyor. Şair Tuba Bozkurt, annesine sarılacağını anı bekliyor. Devlet Tiyatrosu’nda oyuncu arkadaşım Osman Nuri Ercan, yeğenlerinin acısıyla yanıp kavruluyor. Binlerce insanımızın acısı farklı şehirlerdeki enkaz fotoğraflarına sığmıyor. Hepimizin bir akrabası, tanıdığı ya da tanışı yitip gidenler kervanında... Onlar, bir ülkeyi çok sevip bunca pisliğe rağmen toprağa gömülenlerdir.

*

Şair Ataol Behramoğlu abimizin sürgün yıllarında yazdığı bir şiir kitabının adıdır: “Türkiye, Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum...” şiir ise şöyle biter: “Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum/ zinciri altında kımıldayan/ bitecek sanıldığı yerden başlayan.”

Yeniden başlatmak... Bize düşen... 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları