İlhan, Muzaffer ve Barışta…

06 Kasım 2021 Cumartesi

Mussolini, 9 Kasım 1926’da kendisine yapılan bir saldırıyı bahane ederek olağanüstü hal yasalarını uygulamaya koydu ve ilk iş olarak da muhaliflere gözdağı verdi. Antonio Gramsci, parlamenter dokunulmazlığı olmasına rağmen diğer komünistlerle birlikte tutuklandı. Davada faşist rejiminin savcısı Michele Isgro, “Bu beynin çalışmasını yirmi yıl süreyle durdurmalıyız!” diyerek maksadını ortaya koydu. Böylelikle faşizm bütün İtalya’ya kök salacak; Gramsci’nin tezleri havaya uçacaktı. Ama onun çok uzun süren cezaevi günlerinde beyninin işlemesi durmadı. Tam otuz iki parçadan oluşan, bugün hâlâ devlet ve hegemonya özelinde yararlandığımız “Hapisane Defterleri” böyle böyle oluştu. Yapıtına da şöyle bir not düşmüştü: “Öyle sanıyorum ki insanlık tarihinde, son nefesine dek kendi yetileri ile amansız yazgı arasında, çalışmak, öğrenmek ve savaşmak isteyen insan ile onu yavaş yavaş yitirip tüketen kaba güç arasında böylesine acıklı bir savaş örneği yoktur.” Düşünsel planda dünya tarihinden el alarak sınıfsız bir dünya özlemiyle yanıp tutuşan, çağdaş köleliğe sistemli bir biçimde baş kaldıran aydınlanmacıları örnek gösteriyordu. Bitmeyen, nefes nefese, soluksuz bir mücadeleydi bu.  

***

Türkiye ölçeğine bakıldığında ise Gramsci’nin bu sözlerini aratan gerçek bir aydın katliamı yaşandı. Her biri deyim yerindeyse hastalık bulaşmış hayvanlar gibi itlaf edildi. Tüketilmek istenen onların düşünceleriydi. Pek çok aydınla birlikte, bugün yılmadan yinelediğimiz Muzaffer ve İlhan kardeşlerin ise yaşadıkları tam bir zülum örneğiydi.

***

Ben bu hikâyeyi bire bir yaşamadım ama ailemden dinledim: Annemden, babamdan… Henüz doğmamışım o sıralar. 12 Mart’ın hemen sonrası. Ankara Merkez Cezaevi. Menderes Dönemi’nde adı Hilton’a çıkmış 10. Koğuş. Muzaffer Erdost ve Vahap Erdoğdu birlikte kalıyorlar. Bir sonbahar günü Kartal - Maltepe Cezaevi’nden gelen babamı koyuyorlar yanlarına. Yıllar sonra o günler babam Behçet Aysan’ın bir şiirine dönüşüyor: ‘Albümdeki Yırtık Resim

Bir yanda Muzaffer Abi / voltadaki kehribar tespih gibi / yanından ayırmamış hâlâ / kanun-ı osmani mefhum-ı hakani / düşünüyoruz resimde bile / gür bıyıklı celali / niçin isyan etti / üç yüz yıl / üç yüz kere / ve niçin yükselmiş taş duvar / sadece onlar için / yüzü resme düşmeyen bir halkın / keder günlüğüne…”

Demek ki Muzaffer Amca o sıralar Avni Ömer Efendi’nin Osmanlı toprak sistemi üzerine kaleme aldığı eserini, “Kanun-ı Osmani Mefhum-ı Hakani”yi okuyor. Daha doğrusu inceliyor. 

***

Muzaffer Amca’yı zihnime ilk yerleştirdiğim zaman çok küçüğüm. Kardeşi İlhan gözlerinin önünde yeni öldürülmüş. “Neden” diye soruyorum. Annem usulca ağlıyor. Oysa, “Neden” sorusunun anlamı çok büyük. İlhan Erdost, 12 Eylül’ün hemen sonrasında, kendi yayınevlerince basılan, üstelik yasak kitaplar listesinde olmayan, Engels’in “Doğanın Diyalektiği” nedeniyle önce gözaltına alınıp ağabeyi Muzaffer’in gözleri önünde dövülerek öldürüldüğünde son sözü, “Vurmayın, daha kızımı koklayıp öpemedim!” olmuş. 

***

Antik Yunan’da tanrılar, Tantalos’u bir göle hapseder. Ne zaman Tantolos susayıp bir yudum su içmeye kalksa göl aniden çekilip bataklığa dönüşür. Bu ülkede ne zaman aydınlar bilgilerini öne koyarak özgürlük alanına girse sular çekilir. Bir bakıma ölen öldüğüyle kalır. 

***

Yine de onların umudunu diri tutarak, Muzaffer Erdost’un kaleme aldığı, “12 Eylül’ün İki Yüzünden” kitabında yer alan sözlere dönelim: “Ülke bu zilyetten kurtulacak, yeniden doğrulacak, kendisini tarihin çöplüğüne atanları tarihin logarında boğacak!” Hiç kuşkunuz olmasın!

***

Yarın öğlen, İlhan Erdost’un öldürülüşünün kırk birinci yılında her yıl olduğu gibi Karşıyaka Mezarlığı’ndaki anma töreninde olacağım. Türkiye’ye aydınlanma bilincini yayıncılıkla, kitabeviyle ve yazdıklarıyla kazandıran üç kişiyi İlhan, Muzaffer ve Barışta Erdost’u anacağım.  

Ve Cemal Süreya’nın İlhan Erdost için yazdığı, “Şimdi bir parçasısın artık / Ekmeğin Ankara’nın Türkçe’nin/ Gurbet ezgilerinin her şeyin/ Kendisi, küçüğü, eşisin artık” dizelerini mırıldanacağım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Siyaset ve yalan 2 Kasım 2024
Eleştirel düşünme 19 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları