Aymazlık

02 Nisan 2022 Cumartesi

İlya Ehrenburg, “Paris Düşerken” romanında, Mıchaud, Denise, Andre, Lucien, Pierre, Agnès gibi birbirinden müthiş karakterleriyle Vichy Hükümeti dönemini anlatma çabasına girer. Sosyalistler, komünistler ve sosyal demokratlar, halk cephesi adıyla iktidara gelmiştir. Ancak süreçte komünistler ihanete uğrar. 

İkinci Dünya Savaşı kapıyı çalmak üzerededir. Dahası Paris’in işgal edileceğine kimse ihtimal vermemektedir. 

Ehrenburg, yakın tarihimizde yaşanan olayları olağanüstü bir kurmacayla anlatan, okurun boğazında düğümlenen bir eser bırakır ardında. 

Çoğunluk Almanların, Paris’e çıkarma yapacağına itiraz eder. Ehrenburg da çalkantılarla dolu, fikirlerin eyleme dönüşmeden deyim yerindeyse havada uçuştuğu bir aralıktan seslenmeyi yeğler. 

Almanların yüzünü doğuya döndüğünü düşünenler çoğunluktadır. Hatta Hitler’in muhakkak bir yerde duracağını savunanlar da vardır. Böyle bir hayalle yanıp tutuşanlar gerçeklikten kaçanlardır. Onlara Hitler’in neler yapabileceğini göstermeye çalışanlar ise lanetlenir. Kötümserlikle suçlanır. Hatta kışkırtıcı olarak nitelendirilir. 

*

Nesnel bir bakışla olayların varabileceği en karanlık noktayı betimleyebilmek maharet ister. 

Her zaman kötülükle yüzleşme duygusunun ağırlığını taşır insan.  

İhtimaller tek tek sıralanır. Duygusallığı ön plana alıp toz pembe bir evrene sığınmak kolaydır. Önemli olan can acıtıcı olsa da olayları geniş açıyla ele almak ve yorumlamaktır. 

Dahası öngörünü seslendirebilmek cesaret ister. Çünkü yoluna taş koyduklarınla yapacağın hesaplaşma kaçınılmazdır. 

Elbette tebliğciler masalarına gelmesine rağmen kulaklarını kapatıp rakısını yudumlamaktan vazgeçmeyenler her zaman olacaktır!   

En korkuncu ise gerçeği görüp kendi çıkarı için susanlar yahut uzlaşı arayanlardır. 

*

Ülkemizin gerçek anlamda aydınları hayatlarını sürekli olarak bedel ödeyerek tamamlar. Bu çatışma bizden daha geri ülkelerde yaşanmaz. Çünkü onların aydınları yok denecek kadar azdır. Genellikle de ülkelerini terk etme yolunu tutmuşlardır. Bizde ise aydın düşmanlığı siyasal bir gelenek halini almıştır. 

*

Almanya’nın işgalinden hemen önce iki yakın arkadaş da Paris’tedir: Oktay Rifat ile Cahit Sıtkı Tarancı. Okumak için gönderilmişlerdir. Her gece radyoda Alman faşizmine karşı yayın yapmaktadırlar. 

Bir gecede Paris işgal edilince ikisi de bisikletle kaçar şehirden. Hatta yolda Cahit Sıtkı’nın üzerine ateş açılır. Son anda kurtarır canını. 

Ne yazık ki yakın tarihimizle ilgilenenler yaşananları es geçmeyi tercih eder. Sonra da eski anı kitaplarında kalır her şey. Film olabilecek öykülerin üzerine özenle toprak atılır. 

*

Velhasıl Cahit Sıtkı ve Oktay Rifat Paris’ten kaçar kaçmasına ama o yıllarda memleket havası da pek bir bunalımlıdır. Tahkikatlar, fişlemeler, sürgünler, hapislikler gırla... 

Cahit Sıtkı ile Oktay Rifat da ülkeye gelir gelmez takibe alınır. Hayatlarının sonuna kadar da yakalarını kurtaramazlar fişlemeden. 

Cahit Sıtkı hastalığı için yurtdışına gider ve orada vefat eder. Cenazesi getirilir ama polis gözetiminde... Adamakıllı bir tören yapılmasına bile izin verilmez. 

*

Her ne pahasına olursa olsun aymazlığa karşı durmak bir sorumluluktur. Kararlılığımız bizi biz yapan en önemli değerdir. Ancak onun peşinden giderek “ben” olabiliriz. Yoksa insan olmaya dair sahiciliğimizi yitirir, yığınların parçası oluruz. 

Zaten yaşamak da direnmektir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları