Elçin Poyrazlar

Tembellik, aylaklık ve barbarlık

21 Şubat 2020 Cuma

Mecbur olmasaydınız çalışır mıydınız?  Çalışmak hem dinler hem de ekonomik sistem tarafından “erdem” kabul ediliyorsa tembel ve aylaklar günahkâr hayatlar mı yaşıyor?

Tembellik ve aylaklık çoğunlukla birbirinin yerine kullanılır. Oysa aralarında önemli bir fark var. Tembellik bir eylem yeteneğine sahip olunmasına rağmen harekete geçmedeki isteksizliktir. Aylaklık ise sadece tembellikten kaynaklanmaz. Hayat felsefeniz, siyasi görüşünüz bunu şekillendirir. Hayatta kalacak kadar çalışır, boş zamanınızı aylaklıkla geçirebilirsiniz. İtalyanların “Hiçbir şey yapmamanın tatlılığı” olarak tanımladığı “Dolce far niente” kavramını yaşamak aslında göründüğünden oldukça zor. Pek çok kişi çok çalışmayla şartlandırıldığı için uzun boş vakitlerinde meşgul olmak için bahaneler üretir.

BU BİR HAK OLMALI

İrlandalı yazar Oscar Wilde, “Hiçbir şey yapmamak dünyadaki en zor şeydir. En zor ve en entellektüel” der.  Tembellik edilgen isteksizlikse aylaklık boş zamanı iyi değerlendirmeyle ilgili bir düşünsel faaliyet olmalı o halde.  İngiliz felsefeci, matematikçi ve tarihçi Bertrand Russell, 1932 yılında kaleme aldığı Aylaklığa Övgü isimli makalesinde, mutluluğa ve refaha giden yolun çalışmanın örgütlü bir düzen içinde azaltılmasından geçtiğini söyler. 

Çağdaş teknolojiyle aylaklığın sadece imtiyazlı sınıflara ait değil tüm toplum içinde eşit dağıtılan bir hak olabilmesi gerekmektedir Russell’a göre. 

“Çalışma ahlakı, köle ahlakıdır, modern dünyada ise köleye ihtiyaç yoktur” der Russell.  Oysa günümüz çalışma hayatı süratli teknolojik gelişmelerin getirdiği esnekliğe rağmen işçilerinden hâlâ uzun saatler, yolda, evde, tatilde bile “iş başında” olmasını talep ediyor. 

Kendisini iş, ücret ve statüyle tanımlayan kesimlere göre “hayatta kalmak için” başka bir alternatif yoktur. Ekmek aslanın ağzındadır ve bir başkasının yerine o ekmeği kendisi almalıdır.  Russell’ın önerisi bugün 7.5 milyar nüfuslu dünyaya ne kadar uygun emin değilim.  Ancak o zamandan bu zamana değişmeyen bir şey var. O da çalışmanın görev ve erdem olduğu kavramının yaygın olarak kabul görmesi.  Russell, “Görev kavramı, iktidar sahipleri tarafından başkalarına kendi çıkarlarından çok efendilerinin çıkarı için yaşamaları gerektiği düşüncesini aşılamakta bir araç olarak kullanıldığını” söyler. İlk insanlar yemek bulmak, düşmanlardan ve yırtıcı hayvanlardan kaçmak için tembellik içgüdüsünü enerji depolamak için kullanıyorlardı. Arzu eyleme, eylem hızlı tatmine dönüşüyordu. Planlamaya ve stratejiye gerek yoktu.

Bugün hayatta kalma gibi bir içgüdümüz olmadığına göre gereğinden fazla çalışmanın “görev ya da erdem” olduğu iddiası da tartışmalı hale geliyor. 

Russell, boş vakti akıllıca kullanmanın bir uygarlık ve eğitim sonucu olduğunu söyler. Geçmişte toplumsal adalet açısından hak etmediği imtiyazlardan faydalanan aylak sınıfı bu imtiyazları haklı göstermek için baskıya yönelmiş ve kuramlar icat etmişti.

AYLAKLAR OLMASAYDI

Russell, bu sınıfı savunmaz ama bizim uygarlık dediğimiz şeyin hemen hemen tümünü bu aylak sınıfının yarattığını vurgular. Sanatı geliştirmiş, bilimleri bu sınıf bulmuştur, kitaplar yazmış, felsefeler ortaya atmış, toplumsal incelemeleri bu sınıf yapmıştır. 

Russell, “Hatta baskı altındakilerin kurtuluşu bile genellikle yukarıdan aşağıya doğru gelişmiştir. Aylak sınıf olmasa, insanlık barbarlıktan hiç kurtulamazdı” der.  Çok çalışmayı hâlâ bir erdem olarak pazarlayan bugünün imtiyazlı sınıflarının barbarlığının önüne geçmek için üretken aylakların aklına yeniden ihtiyacımız var.




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları