Deniz Yıldırım

Siyasetsiz harekât var mı?

12 Ekim 2019 Cumartesi

Suriye’nin kuzeyine askeri harekât başladığından beri çokça karşımıza çıkan bir saptama var: “Bu harekât siyasi.”
Soru şu: Askeri harekâtların siyasi olmayanı, siyasetle bağ kurmayanı var mı? Her askeri harekât biçimi, özünde bir siyasi tutumla, stratejiyle ve beklenti hesaplayan aktörlerle birlikte ilerler. Yanlışlık, askeri harekâtların “siyasetle bağlantılı olan ve olmayan” şeklinde ikiye ayrılmasında.
Kurtuluş Savaşı’nı düşünelim. Askeri cephedeki mücadele dış dünyada yeni ittifaklar geliştirmeden, karşı cephedeki devletler blokunun iç çelişkilerine oynamadan; yani bir dış politik yön, rota tutturmadan kazanılabilir miydi? Kazandıran, bu askeri karakterle politik stratejinin birlikte şekillenmesi, birbirini beslemesiydi.
Sadece dış politika alanında mı? Milli Mücadele’de dağınık durumdaki yerel direniş odaklarını birleştiren, önce kongrelerle ve ardından bir milli Meclis etrafında toplayarak milletin en geniş kesiminin seferberliğini askeri kurtuluşun hizmetine sunan iç politika stratejisi olmasa, zafer daha zor olmaz mıydı?
Öyleyse “askeri operasyon aslında siyasi nitelikte, iç siyasetle bağlantılı” demekten vazgeçelim. Her askeri operasyon bir siyasi nitelik taşır, siyasi strateji belirler. İçte de, dışta da. Mesele siyaset değil, bu siyasetin nasıl olduğu ve kime hizmet ettiğidir.
Bu saptamanın devamındaysa yeni bir soru karşımıza çıkar: Askeri nitelik olmadan, sadece politik araçlarla bu güvenlik sorunu çözülebilir miydi? Yani politik araçların tamamı etkin şekilde kullanılmış mıdır? Asıl üzerinde durmamız gereken yer burası.
Özellikle “Savaşa hayır” diyenlerin eleştirileri, iç politika araçlarının yeterince etkin kullanılmamasıyla ilişkilidir. Ancak bu beklenti, iktidar blokunun temel hareket tarzıyla çelişen bir nitelikte. İktidar bloku açısından siyaset ve güvenlik, daha çok askeri nitelik kazanmıştır. Aynı zamanda bu, kitle desteği açısından da bir siyasal harç görevi üstlenmiştir. Önce politika, sonra askeri hamle gelmemekte; önce askeri, güvenlikçi hamle, ardından da bunun yarattığı yarılmalar etrafında bir politika gelişmektedir. Zaaf da buradadır: İç politika kanallarını iktidar blokunun ihtiyaçları kilitlemektedir.
Diğer yandan dış politika alanına gelelim. Askeri harekât başladığından beri, uluslararası alanda ülkemizi yalnızlaştırmaya ve ağır tehditlerle yüzleşmeye maruz bırakan bir geniş cephe oluştuğu görülmekte. Dolayısıyla, Kurtuluş Savaşı’nın hem diplomatik araçları etkin kullanan, yeni ittifakları arkasına alan; hem de karşı cephenin iç çelişkilerine oynayarak ana tehdidin arkasındaki dayanakları birer birer geri çektiren dış politika stratejisinin tersi bir sonuç doğduğu görülmektedir. Oysa Büyük Taarruz, ana tehdidin arkasındaki uluslararası destek en aza indirildiği anda başlatılmıştır. Bu açıdan bugünkü harekâtın dış politikası, tam tersi yönde bir karşı blok genişlemesi yaratmaya yaramış; bu genişlemeyi kıracak diplomatik araçlar, öncesinde neredeyse hiç kullanılamamıştır. Yalnızlaşmanın ve bu yalnızlaşmayı diplomatik araçlarla aşmamanın ürettiği sonuçlar bunlar. Bu hataları üreten de halk olarak biz değiliz; biliniyor.
Bunlar olurken Trump da ekonomiyi çökertmekle tehdit etmekte, millilik iddiasındaki hiçbir iktidar yetkilisi tek karşı yanıt vermemektedir. Çünkü ekonomi kırılgandır. Öyleyse harekâtın iç siyasal araçlar, diplomatik hamleler, iktisadi bağımsızlığı güçlendirici yollar kullanılmaksızın gerçekleştirilmesi, eleştirinin asıl siyasal karakterini belirlemelidir. Sorun terörle mücadele değil, öncesindeki siyasetsizliktir. Bu, iyi anlatılmalıdır. Bu ortamda muhalefetin, ülkenin siyasetsizleşmesine tepki vermek; iç ve dış siyaseti yeniden canlandıracak, tehditlerle hedef alınan bağımlı ekonomiyi yeniden ayağa kaldıracak bir alternatif çıkış üretmek dışında çaresi yok. Türkiye’nin güvenlik zaaflarının iç ve dış politika üretemeyen; ürettiğinde yanlış üreten, jeopolitik ve ekonomik bağımlılıkları, zayıflıkları gidermeden hareket eden siyasal iktidardan da kaynaklandığını gösteren bir hat çizmek çok mu zordur?
Bunlar yapılmadığı için, “iktidar milli dalgayı arkasına alacak” deniyor yine; ancak muhalefetin niye “milli dalga”yı arkasına alamadığıyla ya da alamayacağıyla ilgili özgüvensizliğin nedeni açıklanamıyor. İktidarın “millilik” ve “güvenlik” anlatısının yerine bir başka “millilik” ve “güvenlik” paradigması geçirilemediği için de, muhalefet sadece ana söylemin arkasında dizilmek ve bunu yaparken de “ama iç politikaya malzeme ediyorlar” diye söylenmek dışında bir çizgi tutturamıyor. “İktidar siyasete alet ediyor” yerine, “bizim siyasetimiz ise” ile başlayan cümlelerin zamanıdır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları