Deniz Yıldırım

Küçük Kara Balık

17 Nisan 2021 Cumartesi

Samed Behrengi dilin inceliklerini ve doğup büyüdüğü Tebriz’deki halk kültürü birikimini iyi kavramış bir öğretmen aydın. 1939 ile 1968 yılları arasındaki kısacık yaşamında İran’da yoksul halk çocuklarının eğitimden mahrum bırakılışını, kırsal bölgelerin ihmal edilmişliğini dert ediniyor. Bir yandan da Musaddık’ın 1953’te Amerikancı bir darbeyle devrilmesinin ardından Şah rejimi açık bir diktatörlük modeline yönelmiş durumda. Sosyalist solun ve antiemperyalist millicilerin baskıyla tasfiye edilmesine dayanan bu model, kültürel alandaki söz söyleme, üretme özgürlüğünü Batıcı-Amerikancı elitlerin etkisiyle sınırlamaya çalışırken, aslında kendisine karşı sosyal muhalefetin İslamcı bir içerik kazanmasını, zıtlığın buradan kurulmasını da sağlamış oluyor. Şaşırtıcı değil: Bu coğrafyada solu, bağımsızlıkçı, millici damarı, halkçıları tasfiye eden her rejim, kendi muhalefetini de İslamcı meydan okuma doğrultusunda büyütüyor. Sonra o büyüyen kol, bedeni ele geçiriyor.

İşte, Behrengi böyle bir devirde yaşıyor. Bir yanda Şah baskısı, diğer yanda yoklukla sınanan halk çocukları var. Bir tercih yapıyor; öğretmen olarak her yeri sınıfa çeviriyor; eğitimde de halk kültürünün düşsel birikimine yaslanıyor. Bu onu, derlediği masalları, destanları; bunların içindeki cesareti, yiğitliği, öncülüğü, günün yeni sosyal şartlarına, hakça bir düzen arayışının yönüne göre uyarlamaya itiyor. Gülten Akın’ın şu nefis dizelerinde ruhunu bulan halkçılık diyalektiği geliyor akla: “Halktan soluklar alınır/Üflenir halka bilinç/Halk gibi yaşamakla yaşamakla.”

Fakat Behrengi’nin bu içeriği “çocuk edebiyatı” aracılığıyla sunmasının başka nedenleri de olmalı. Yaşayan biliyor. Baskının arttığı dönemlerde, itiraz eden sesler, akışa direnmenin potansiyel kanalları o denli eziliyor ki böyle ortamlarda, bazen çocuklar için yazılmış görünen bir masal ya da hikâye, taşıdığı mesajları nedeniyle, toptan baskıcı rejime karşı direncin gayri resmi manifestosuna da dönüşebiliyor. Küçük Kara Balık hikâyesi tam da bunu sağlıyor.

Nitekim Hamid Dabashi, mutlaka okumanızı önereceğim “İran: Ketlenmiş Halk” başlıklı kitabında baskıcı Şah rejimi altında verilen mücadeleleri anlatırken, solcu aydınların “sansürle başa çıkmak ve muhalif görüşlerini yaymak için dâhice taktikler” izlediklerinin altını çiziyor ve bu taktikler arasında çocuk edebiyatına yönelişi de sayıyor. Mehrzad Boroujerdi de İran Entelektüelleri ve Batı adlı kitabında şöyle diyor: “Sorumsuz edebiyatın baş düşmanı bir solcu olarak Behrengi, kendisini edebi çabanın ihmal edilmiş bir sahasına, çocuk edebiyatını canlandırma işine adadı.” Özetle “çocuk edebiyatı”, baskıya direnmenin bir yolu olarak da öne çıkıyor.

DAYANIŞMA, FEDAKÂRLIK

Behrengi, 1968’de, kitabının basıldığı sene Aras Nehri’nde boğularak can veriyor. Ölümüyle ilgili sır perdesi aralanmış değil. Ancak bu hikâye aracılığıyla “öncü”ye yüklediği özellikler, kendisinin gizemli ve erken ölümünün de etkisiyle giderek popüler bir nitelik kazanıyor. Akışa karşı koyma, cesaret gösterip Tatar Çölü’nü terk etme, merakla ilerleme, baskıcılara karşı taktik mücadele, dayanışma ve ittifak biçimleri geliştirme, açık denizleri-özgürlüğü arama, gerektiğinde kendini feda etme hasletleri 70’lerde Şah karşıtı ilerici mücadelelerin de şiarı oluyor. Kimi kaynaklar, Tebriz örgütlenmesi aracılığıyla Behrengi’nin de yakın durduğu kadroların 70’lerin başında oluşturduğu Halkın Fedaileri örgütünün gayri resmi manifestosu olarak bu çocuk kitabını gösteriyor. Etki bu olunca da Behrengi’nin yapıtları 1973’te Şah tarafından yasaklanıyor.

Kitabın etkisi İran’la sınırlı değil. Araştırdım; Türkçeye ilk kez 1975’te çevrilmiş. İlginç; aklıma hemen, Alpay Kabacalı’nın “Çocuk Edebiyatı” başlıklı makalesinde yer alan şu saptama geliyor: “1975-80 arasında, gerek yayımlanan kitap sayısı, gerek verilen ürünlerin niteliği yönünden, çocuk edebiyatında önemli bir sıçrama görülür.”

1975, 74 affı sonrasında ilerici mücadelelerin 12 Mart ataletini üzerinden atmasına, solun yeniden güçlenmeye başlamasına işaret eden bir tarih. Demek bizde “çocuk edebiyatı”, mücadelenin yükselişe geçtiği dönemin hem ürünü hem de bu dönemin canlılığını, her sahada fikri mücadele heyecanını taşıyor. İran’da ise “çocuk edebiyatı”, baskının arttığı, ilerici örgütlenmelerin Şah rejimi tarafından tasfiye edildiği dönemde bir nefes borusu işlevi görüyor. (Bugün için bizim de çıkarmamız gereken dersler var.)

Benzerlik ise “çocuk edebiyatı”nı üretenlerin hayata baktığı yerde. Bizde de halkçı ve çoğunlukla Behrengi gibi öğretmen aydınların, ilerici birikimin hegemonyasında, pratiğinde ve düşünsel etkisinde gelişiyor “çocuk edebiyatı”.

Öyleyse bitirirken her iki ülke için de geçerli asıl soru şu: Geçmişte kültürel üretim alanında halka dokunan, fikri gündemi oluşturan, halkın kültürüyle ilerici birikim arasında etkili bir sentezi yeni araçlarla sağlayabilen aydınların olduğu bu iki ülkede bugün gelinen yer, sadece siyasal İslamcı iktidarların ürünü müdür?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları