Deniz Kavukçuoğlu
Deniz Kavukçuoğlu den_kav43@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Ulusçuluk, ulus devlet ve Kürtler (12)

06 Haziran 2015 Cumartesi

Konu üzerine bu 12. yazım. Benim hiçbir siyasal partiyle organik/örgütsel bağım yok. İzmir kökenli, İstanbul doğumlu bir Türk’üm. Anne tarafından dedem bir Sakız mübadili. Babam tarafından dedem Milli Mücadele ile birlikte Ankara’yı desteklemiş, Söke Ziraat Bankası müdürü bir Osmanlı bürokratı. Anneannem de, 1911 doğumlu babam da İzmir’in işgaline tüm acıları yaşayarak tanık olmuşlar. 9 Eylül 1922 günü İzmir’in kurtuluşunu Kordonboyu’nda coşkuyla kutlamışlar.
19 yaşında sosyalizmle tanışan, ülkemin emperyalizmden bağımsızlığı, demokratikleşmesi için verdiği savaşımda 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılarak yurtsuzlaştırılmış, 22 yıl sürgünde yaşamış, ancak 1992 yılı sonunda vatanına kavuşabilmiş sosyalist bir yurtseverim.
Ben yurdumu her şeyiyle, toprağı, denizleri, ırmakları, ovaları, dağları, doğası, börtü böcekleri, balıkları, kuşları, tüm hayvanları, tarihsel mirası, her ırktan, her renkten, her dilden, her dinden, her mezhepten, her cinsel tercihten, inançlı mı inançsız mı bakmadan tüm insanları ile seven bir insanım. Yurtseverliğin “böyle bir şey” olduğunu düşünüyorum. Geleceğin Türkiye’sini çiçekleri çok renkli bir kardeş bahçesi olarak düşlüyorum.
Bu ülkede çok şeyler gördüm, çok şeyler yaşadım. Kuşağımın, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Sinan Cemgil gibi gençlik önderlerinin savaştıkları kırlarda, kentlerde faşist kurşunlarla, işkencelerle öldürüldüklerinde acılarını yüreğimin en derininde duydum.
İstanbul-Cihangir doğumluyum, ilk çocukluğum bu semtte geçti; 11 yaşımdan sonra İstanbul- Moda’da yaşadım. Her iki semtte de Türk, Rum, Ermeni, Yahudi arkadaşlarım oldu. Kardeş gibiydik onlarla.
İstanbul’un Kürtleri tanımadığı yıllardı. Onlardan “kuyruklu” diye söz edilir, “Çingene çalar, Kürt oynar” diye alay edilirdi.
Hiçbir şey bilmiyorduk.
Mirasçısı olduğumuz Osmanlı’nın uyguladığı 1915 Ermeni “tehciri/kıyımı”, Yahudi yurttaşlarımıza reva görülen 1934 “pogromu”, çoğunlukla Hıristiyan yurttaşlarımıza uygulanan 1942- 1944 Varlık Vergisi “faciası”, Rum yurttaşlarımıza karşı girişilen 6/7 Eylül 1955 “vahşeti”, Yunan uyruklu İstanbullu 12 bin 500 Rum ve ailelerine karşı 1964 yılında yürütülen “zorunlu göç harekâtı”, İmroz/Gökçeada ve Tonedos/ Bozcaada Rumlarına karşı girişilen “etnik arındırma” operasyonu, bu ülkenin kadim halkları Ezidi, Süryani, Keldani ve Nasturilere çektirilen insanlık dışı acılardan haberimiz yoktu.
1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamında ve sonrasında tüm bunları, yüreklice yayımlanan kitaplardan öğrendik. Uygulanan zulüm yalnızca farklı etnik kökenlerden, inançlardan yurttaşlarımızla sınırlı değildi. On binlerce komünist, sosyalist, solcu, devrimci devlet zulmü görmüştü bu ülkede.
Hangi etnik gruptan/halktan olursa olsun bu ülkenin tüm emekçileri egemen sınıfların acımasız sömürüsü altında hayatta kalma savaşımı veriyordu. Emekçilerin safında yer alan ülke aydınlarının kaderleri mahkemeler, cezaevleriydi.
Bu koşullarda sosyalist düşünceyi benimseyerek, gençlik yıllarımı bana tüm hayatımın yolunu çizecek olan Marksizmi incelemekle geçirdim. Bugüne kadar da bu inancımdan, dünya görüşümden vazgeçmedim.
Gördüm ki ülkemde en büyük acıyı çekenlerin başında Kürtler geliyordu. Etnik farklılıkları nedeniyle geri bıraktırılmışlıkları, yoksullukları ve yoksunlukları bir sosyalist yurtsever olarak beni onları anlamaya, onlarla dayanışmaya yönlendirdi.
Biliyorum, ateş düştüğü yeri yakar… Türk’ü, Kürt’ü, askeri, sivili, suçlusu, masumuyla düşük yoğunluklu bir savaştan çıktık. Arkamızda on binlerce ölüm var. Yaralarımız, acılarımız henüz çok taze. Doğal olarak toplumca bir travma yaşıyoruz. Barışa en çok ihtiyacımız olan bir dönemdeyiz. Barışın yolu ise intikam duygusundan kurtulmaktan, öfkelerimizden arınmaktan geçiyor.
Bunun kolay olmadığının bilincindeyim.
Fakat birçok ülke, birçok toplum bunu başarabildi. İspanya, Yunanistan kanlı iç savaşlar yaşadılar. İngiltere/İrlanda, Peru, Bolivya, Kolombiya, Venezüella benzer iç çatışmalardan geçtiler. Fakat tümü de acılarını geride bırakmayı bilip çatışmaların tarafları olarak kendilerine ortak bir geleceğin kapılarını açmayı başardılar.
Biz niçin başarmayalım?
On iki bölümlük yazı dizimin amacı becerebildiğimce bu başarının ülkemizde de olabilirliğinin altını çizmekti.
Tüm okurlarıma sabırları için teşekkür ediyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda (28.09.2018) 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları