Deniz Kavukçuoğlu
Deniz Kavukçuoğlu den_kav43@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Görgüsüzlük mü, Nankörlük mü? (2)

03 Eylül 2014 Çarşamba

Geçen cumartesi günkü yazımızı, Türkiye’yi de etkileyen 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’nın olumsuz sonuçlarının üstesinden gelmek düşüncesiyle “devlet, sanayileşmenin sorumluluğunu yüklenmeye karar vermiş ve bu sorumluluğu beşer yıllık sanayileşme planları yapıp uygulamaya sokmuştur” diyerek bitirmiştik.
Dönemin koşulları ve özel sermaye birikiminin yetersizliği düşünüldüğünde bu hiç kuşkusuz doğru bir karardı. Bu uygulama çerçevesinde 1929-1938 yılları arasında devlet eliyle birçok sanayi işletmesi kurulup üretime geçmişti. Başlıca kuruluşlar arasında Kırıkkale Elektrik Santralı ve Çelik Fabrikası’nı, Eskişehir ve Turhal şeker fabrikalarını, Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası’nı, Konya Ereğlisi, Sümerbank Bakırköy, Kayseri, Malatya, Nazilli bez fabrikaları ile Bursa Merinos Fabrikası’nı, Zonguldak Antrasit Fabrikası ve kömür yıkama tesislerini, Keçiborlu Kükürt Fabrikası’nı, Isparta Gülyağı Fabrikası’nı sayabiliriz.
Yine aynı dönemde Ankara Çubuk Barajı hizmete sokulmuş, İzmit Kâğıt ve Karton Fabrikası, Karabük Demir Çelik Fabrikası, Sivas Çimento Fabrikası’nın temelleri atılmıştır.

***

Günümüz koşullarındaki yatırımlarla karşılaştırıldığında bunlar “önemsiz” gibi görülebilir, fakat 1920’lerin, 1930’ların Türkiyesi’nin olağanüstü zor koşulları dikkate alınmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın enkazı üzerinde ayağa kalkmış yoksulluk içinde bir devlettir. 1915 verilerine göre Osmanlı devleti sınırları içinde toplam fabrika sayısı 283’tür. Yaklaşık 15 bin işçiyi istihdam eden bu fabrikaların yalnızca yüzde 15’i Türklerin elindedir. 1927’de ise sanayi sayımında Türkiye’de 65 bin işletmede 257 bin kişinin çalışmakta olduğu saptanmıştır. Bunların, yüzde 36’sı tek kişilik işletmelerdi. Yüzde 8’inde ise yalnız işyeri sahibi ve aile üyeleri bulunuyordu. İşletmelerin diğer yüzde 36’lık bölümünde işyeri sahibiyle birlikte 2-3 kişi çalışıyordu. Tüm ülkede çalışan kişi sayısının 100’ün üstünde olduğu işyeri sayısı 155 idi. Yılda kişi başına ihracat 4 dolar, ithalat 6 dolardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1928 Paris Antlaşması’na göre yüklenmek zorunda kaldığı Osmanlı borçlarının tutarının, faizleriyle birlikte 107.5 milyon altın lira olduğu da unutulmamalıdır.

***

İkinci Dünya Savaşı (1939-1945), yalnızca savaşan ülkeler için değil, Türkiye gibi savaşın dışında kalan ekonomiler için de sıkıntılı bir dönem olmuştur. Savaşa girmemekle birlikte genel bir seferberlik uygulaması içinde silahaltına alınan işgücü Türkiye’de zaten zayıf bir yapıya sahip olan sanayi kesimini olumsuz etkilemiştir. Ayrıca hammadde, malzeme, makine-teçhizat ithalatı yapılan ülkelerin çoğunun savaş halinde olması nedeniyle bu tür ithalat hemen hemen durmuş ve bu durum sanayi üzerinde olumsuz etkiler yaratmıştır.
Savaşın son yıllarında gayri safi milli hasıladaki gerileme hızlanmış ve savaşın bitmesiyle birlikte bu durum tersine dönerek büyüme hızı yılda ortalama yüzde 7 düzeyini bulmuştur. Bununla birlikte gayri safi milli hasılanın 1950’ye gelindiğinde ancak savaş öncesi düzeye varabildiği görülmektedir. Bu gerçekleri göz önüne almadan AKP’lilerin “Bu ülkede ne yapıldıysa 2002’den sonra yapıldı” yollu söylemleri bu ülkenin gelişmesinde emeği geçmiş tüm iktidarlara karşı nankörlüktür, ondan da öte görgüsüzlüktür.
Yalnızca Cumhuriyet Halk Partisi değil, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Sosyaldemokrat Halkçı Parti, Doğru Yol Partisi, Demokratik Sol Parti de bu ülkeye çeşitli hizmetlerde bulunmuşlardır.
Bu iktidarların yaptığı yanlışlıkları eleştirmek başka, yapılan doğruları nankörce, görgüsüzce yok saymak başka şeydir. AKP’nin yaptığı budur; belki de kendine yakışanı, kendinden bekleneni yapıyordur. Ne diyeyim?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda (28.09.2018) 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları