Deniz Kavukçuoğlu
Deniz Kavukçuoğlu den_kav43@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Eleştiriler, Yanıtlar

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Ne zaman Kürt sorunu çerçevesinde bir yazı yazsam sayıları onaylayanlar kadar olmasa da bazı okurlarımdan eleştirel tepkiler alıyorum. Bu, beni rahatsız etmiyor, tam tersine her eleştiri beni konu üzerinde bir kez daha düşünmeye yönelttiğinden yararlı oluyor.
Son yazıma ilişkin olarak aldığım eleştirilerdeki ortak bir nokta dikkatimi çekti. Gördüm ki 30 yıldır süren çatışma sürecinde çoğu insan Kürt sorunu çerçevesinde
“devletin dilini” benimsemiş. Oysa “devlet dili” özelikle bu tür önemli konularda sözcük yakıştırmalarıyla kavramların içini boşaltmak için yaratılan yapay bir dildir.
Örneğin, devlet, Güneydoğu’da 30 yıldır süren, 40-45 bin insanın can verdiği çatışmayı ısrarlı olarak
“terörizm”, karşısındaki silahlı güçleri de sürekli “teröristler” olarak nitelemiştir. Bu nitelemeyle amaçlanan ABD emperyalizminin üçüncü dünya ülkeleri için geliştirdiği, adı Pentagon’da “düşük yoğunluklu savaş” (Low-Intensty-Warfare veya Low-Intensty Conflict) olarak konmuş yeni savaş türü gerçeğini toplumumuzun gözünden kaçırmaktır. (Bkz. Jochen Hippler, Düşük Yoğunluklu Çatışma/İlan Edilmemiş Savaş, Belge Yayınları, İstanbul)
ABD açısından bu tür savaşın hedefi kendi askeri güçlerini üçüncü dünyada daha yoğun olarak kullanıma hazırlamaktır. Burada söz konusu olan, ağırlıkla kendi birlikleriyle daha büyük, doğrudan askeri müdahaleler değil, siyasal-ekonomik-askeri
“genel” müdahalelerdir. Bu yeni emperyalist perspektife göre, bu müdahaleler; açık-konvansiyonel bir savaş düzeyinin altında olmalı, askeri fetihten çok daha güçlü bir biçimde “gelişmekte olan bir ülkenin toplumsal ve siyasal ilişkilerinin denetimini” hedeflemektedir.
Son yazımı eleştiren okurlar yazıda geçen
“gerilla” sözcüğüne takılmışlar; bu sözcüğü bilerek kullandım. Çünkü gerillanın temel özelliği hareket ettiği coğrafyada/bölgede aldığı halk desteğidir. Bu destek olmaksızın devletle çatışmaya giren hiçbir güç 30 yıl ayakta kalamaz. Devlet yetkilileri ağustos ayı sonuna kadar Türkiye’yi terk edecekleri söylenen PKK silahlı güçlerinin sayısını 2.000-2.500 arasında olduğunu belirtmektedirler. Bugüne kadar bu güçlerin verdiği kayıp sayısı ise 35.000 olarak açıklanmaktadır. Buna göre kaba bir hesapla PKK silahlı kadro olarak kendini 30 yıl içinde 14 kez yenilemiştir.
Devlet dilince
“terörist” olarak nitelenerek küçümsenmesi, bu güçlerin bölge halkından aldığı desteği azaltmamakla kalmamış, tam tersine bu desteği daha da arttırmıştır. Son Nevruz kutlamasına bir milyondan fazla insanın katılması bu desteğin somut bir göstergesidir.
Unutulmasın ki 30 yıldır süren kanlı çatışma Türkler ile Kürtler arasında bir çatışma değildir. Çatışma devlet/devlet güçleri ile
“eşit yurttaşlık” haklarından yoksun bırakıldığını savlayan, bu nedenle bölge halkının desteğini alarak silahlanıp daha çıkan ayaklanmacı Kürt güçler arasında süregelmiştir.
PKK lideri
Abdullah Öcalan, örgütün sürdürdüğü savaşımın stratejik hedefini değiştirmesi üzerine ABD tarafından hazırlanan koşullarda 15 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmiştir. Bu olurken ABD’nin henüz Irak’ı işgal etmediği dikkatlerden kaçırılmamalıdır. 20 Mart 2003 günü “Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu” adı altında başlayan Irak’ın işgaliyle birlikte Türkiye’nin Güneydoğusu’nda “Düşük Yoğunluklu Savaş” stratejisi uygulanmaya başlamıştır. 10 yıldır uygulanan bu stratejinin öngördüğü Türk-Kürt çatışmasının hem gerçekleşmemesi hem de gerçekleşmeyeceğinin görülmesi üzerine iki halkın barış içinde bir arada yaşaması düşüncesi önemli bir gündem maddesi olarak ortaya çıkmıştır.
Kürt sorununun bir uzantısı olan çatışmanın yaklaşık iki aydır sona ermiş olmasının üzerinde bu gerçeklerden yola çıkarak düşünülmelidir.
Bu çatışmasızlık süreci kalıcı bir barışa doğru gelişir mi? Bunu bilemiyoruz. Bunu bilip bilmemekten bağımsız olarak barışın ülkemize ve toplumumuza esenlik, huzur, mutluluk ve zenginlik getireceğini düşünmek, ummak hepimiz için ortak bir dilek olmalıdır.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda (28.09.2018) 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları