Deniz Kavukçuoğlu
Deniz Kavukçuoğlu den_kav43@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Devlet adına ilk utancım (1)

26 Mart 2016 Cumartesi

Hayatımın ilk büyük utancını babamın görevi nedeniyle ailecek iki yıllığına gittiğimiz Almanya’nın Bremen kentinde yaşamıştım. Kentteki ilk günlerimizdi. İkamet izni için başvurduğumuz yabancılar polisinin uyarısı üzerine evimizin yakınındaki Lothringer Schule’ye (okula) yazılmıştım. Yıllardan 1955, aylardan eylüldü. 12 yaşındaydım. 6. sınıfa gidiyordum. Her sabahki gibi çalan zille birlikte sınıfımıza girip yerlerimize oturduktan kısa bir süre sonra öğretmenimiz Werner Kück de geldi. Elinde bir gazete vardı. Masasına geçtikten sonra beni yanına çağırdı.

***

Tedirgindim. Hiç Almanca bilmemem tedirginliğimi daha da artırıyordu. Anlamadığım bir şeyler söyledikten sonra gazeteyi açtı ve ilk sayfada yer alan bir fotoğrafı gösterdi. Cihangir’de doğup büyüdüğümden çevreyi tanıyordum. Fotoğraf İstiklal Caddesi’nin Galatasaray’a yakın bir bölgesinde çekilmişti. Fotoğraftaki binaların, mağazaların yabancısı değildim. Fakat caddenin görüntüsü dehşet vericiydi. Mağazalardaki tüm mallar dışarı çıkartılmış, üst üste yığılmıştı. Ellerinde sopalar olan birtakım adamlar caddeye yığılan kumaş, hazır giyim, küçük ev eşyası gibi malları kucaklamışlar, taşıyorlardı.
Öğretmenimin konuşmasından bana fotoğrafla ilgili bir şeyler sorduğunu, benden bir yanıt almayınca da öfkelendiğini anlamıştım. Ne yapacağımı bilemiyordum. Müthiş bir çaresizlikti. Birden gözlerimden yaşlar boşanınca beni yerime gönderdi. Ayağa kalktı, elindeki gazeteyi sınıfa göstererek bir şeyler anlattı. O anlattıkça sınıf arkadaşlarım kızgın gözlerle bana bakıyorlardı. Daha fazla dayanamadım, teneffüs zili çalar çalmaz koşarak eve geldim. Olan biteni anneme anlattım. O da hiçbir şey anlamamış, fotoğrafta gördüklerime hiçbir anlam verememişti. Akşam işten dönen babam da.

*** 

Türkiye ile iletişimin çok kısıtlı olduğu, radyo yayınlarının Almanya’ya ulaşmadığı, günlük gazetelerin gelmesinin bir hafta sürdüğü o 1955 yılında İstanbul’da neler olup bittiğini babam ancak iki gün sonra telefonla öğrenmişti.
İstanbul’da “milliyetçi” kuruluşlar Kıbrıs sorununu bahane ederek bir ayaklanma kışkırtmışlar, çapulcu kalabalıklara başta Rumlar olmak üzere azınlıklara ait mağazaları, işyerlerini, evleri yağmalatmışlardı. 6-7 Eylül günlerinde gerçekleşen olaylarda 11 kişi ölmüş, 300’e yakın insan yaralanmıştı. Yaklaşık 400 kadın tecavüze uğramış, korkuları nedeniyle şikâyette bulunamamışlardı.
4 bin 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, lokanta gibi yerlerin de bulunduğu 5 bin 317 mekân saldırıya uğramıştı. Bu olayları önlemekte polisin ve askerin niçin görevlendirilmediğini anlamakta annem de, babam da güçlük çekiyorlardı. Daha sonra bu ayaklanmanın bir “devlet planı” olduğunu öğrendiğimizde ailecek utancımızdan yerin dibine geçmiştik.
Benim okulda başıma gelenler Blohm und Voss tersanelerinde beş Türkiye bandıralı geminin yapımı sürecinde “devletimiz” adına kontrol mühendisliği yapan babamın da başına gelmişti. O, kendisine yöneltilen sorulara İngilizcesi ve İsveççesi ile yanıt verebildiğinden benden daha şanslıydı. Okula her gittiğimde “devletimiz” adına utanç duyuyor, fakat bunu dile getiremiyordum.
İstanbul’daki yağma-talan olayının başlama işaretinin Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atılması ile verildiğini öğrenmiştik. Bombayı atan Türk genci Türkiye’ye kaçmış, bir Yunan mahkemesi tarafından gıyabında üç yıl hapse mahkûm edilecekti. Devlet bu ajanına kucak açmış, Ankara Siyasal Bilgisi Fakültesi’ne girişi ve buradan mezuniyeti sağlanmış, valiliğe kadar yükseltilmişti.
Devletimiz adına derin utanç duyduğum ilk olaydı. Bunu daha sonra daha büyük utançların izleyeceğini 1955 yılında henüz bilmiyordum.
12 yaşındaydım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda (28.09.2018) 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları