Çiğdem Toker

Düşük Faiz Takıntısı, ‘İşler Yarım Kalacak’ Korkusundan

29 Mayıs 2014 Perşembe

Şaşıran çok oldu. Ama ilk değildi.
“Faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur” sözünü biz Başbakan’dan daha önce de duyduk. Erdoğan, “Acaba dili mi sürçtü, tersini mi söyleyecekti?” dedirten bu yanlış önermeyi ilk kez 2009’da kullanmıştı.
Bugün aynı cümleyi dehşet verici kılan ise sonuna eklediği cümleler:
“Ne bağımsızlığı ya”, “Çekidüzen versinler kendilerine”...
Budur işte.
Erdoğan’ın, başından beri bildiğimiz “düşük faiz takıntısı”nın geldiği eşik, bir kredibilite kurumu olan Merkez Bankası ile başkanının itibarını kamuoyu önünde tartışmaya açmak oldu.
“Başından beri bildiğimiz” derken, basit bir şeyi kastediyorum aslında:
Faizin, İslam inancına göre “kötü”lüğü. Başbakan’ın “otantik” referansı bu olsa da, bugünkü tekrarının dini inançla bağı kalmış olamaz.
Başbakan’ı Merkez Bankası’na karşı bu kadar hoyrat kılan; büyüyememe korkusunda yatıyor. Bu, tek başına anlaşılmaz bir durum değil. Zira sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde siyasi iktidarlar “büyüme” sever, “büyüme ister”. Tersi, korkutur çünkü, iktidarın ömründen yer.
Bu yüzdendir ki büyümeyi denetleyebilmek için de faizin düşük olmasını isterler.

***

Gelgelelim Başbakan’ın, “düşük faiz takıntısı” şeklinde yansıyan öfkesinin ardında, başka bir “realite” var.
Büyüme anlayışının “inşaata” dayalı olması. Erdoğan da görüyor ki dünyada ucuz ve bol döviz dönemi bitti.
Bu durum, özel sektörün kredi olanaklarının daralması anlamına geliyor.
Türkiye’ye uyarladığınızda; seçmenlerini hipnotize eden toplu konut, AVM, rezidans, otoyol, üçüncü köprü, baraj, havalimanı gibi, mega projelerin tıkanma tehlikesi ufukta görünüyor.
Başbakan bu yüzden düşük faiz için gerekli likiditenin adresi olan Merkez Bankası’na yöneliyor. Faizler, Merkez Bankası’nın likiditeyi artırmasıyla düşebilir. Ancak bunun da döviz getirmeyen harcamalara akması önemli bir risk.
Sermaye akışının düştüğü bir dönemde, Merkez Bankası’nın böyle bir riske rağmen yaptığı indirim ise Başbakan’ı hoşnut etmeye yetmiyor.

***

Meselenin çok önemli bir boyutu ise çok az tartışılıyor. Merkez Bankası’nın temel görevi “fiyat istikrarı”.
Bu görev ise Başbakan ne kadar hoşlanmasa da Merkez Bankası’na kanunla verilmiş.
Diğer yandan Merkez Bankası, yıllardır “açık enflasyon hedeflemesi” yapıyor. Ve hedefi de hükümetle birlikte belirliyor.
Söz enflasyondan açıldığında hükümete yöneltilecek çok temel bir soru var:
“Harcamacı kuruluşlarınızı denetleyebiliyor musunuz? Kamu İhale Kanunu’nu neden delik deşik ettiniz?”
Tabii bu soruyu Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı soramıyor.
Neyse ki Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, mahcup bir ifadeyle de olsa Başçı’nın yanında yer alarak, ismini anmasa da Merkez Bankası’nın bağımsızlığının önemine vurgu yaptı. Hemen ardından da Maliye Bakanı Mehmet Şimşek.
(Şimşek’in Başçı’dan önce Merkez Bankası Başkanlığı için kararnamesi hazırlanan ilk isim olduğunu anımsatalım.)
Ancak bu tartışma biteceğe benzemiyor.
Eleştiriden muaf olmasalar bile, Merkez Bankası’nı savunan Babacan ile Şimşek’in isimlerinin bugüne dek hiçbir yolsuzluk söylentisiyle anılmamasını bir kenara not edin. Bu iki isimle yıldızları pek barışmayan “bazı dinamikler”in, Başbakan’ın öfkesine sürekli benzin taşıdığını da...
Yakın bir gelecekte “kırılma” olursa şaşırmayalım.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları